PKK’nın silahları bırakma açıklaması gündeme düştü. Elbette herkesin ilk tepkisi “hayırlı olsun” demek olmalı. Kanın durması, silahların susması hepimizin ortak özlemi. Ancak bu açıklamanın ardından gelen siyasi yorumlar, kafalarda yeni soru işaretleri yaratmıyor değil.

Yetkililer, örgütle hiçbir pazarlığın yapılmadığını açıkça ifade etti. Devletin beyanı esastır; bu topraklarda yaşayan her yurttaş gibi ben de devletime güvenirim. “Pazarlık olmadı” denmişse, olmamıştır. Nokta.

Ancak bu durumda, DEM Parti’den gelen “Top artık iktidarda. Gerekli Anayasal düzenlemeler yapılmalı” açıklaması nasıl okunmalı? Hiçbir söz verilmediyse, kim neyin karşılığını bekliyor? Madem silahlar bir karşılık beklenmeden bırakıldı, neden şimdi bazı çevrelerden yeni düzenleme talepleri yükseliyor?

Bu çelişkiyi açıklamak zorundayız. Zira her türlü siyasi sürecin şeffaf ve kamuoyunun denetimine açık olması gerekir. Aksi hâlde insanlar haklı olarak sorgular: “Bir şeylerin pazarlığı yapıldı da biz mi bilmiyoruz?” Bu tür soruların önünü kesmenin yolu şeffaflıktan geçer.

Bir dönem İçişleri Bakanlığı yapan Süleyman Soylu’nun, “PKK bitme noktasında. Geriye 85 kişi kaldı” açıklaması hâlâ kulaklarda. Eğer gerçekten kalan yalnızca bu sayıdaysa, bugün yaşanan gelişmelerin bu kadar büyük bir siyasi gündeme dönüşmesi şaşırtıcı değil mi? 85 kişi için mi bu kadar anayasal revizyon talebi?

Bir de şu “Kürt sorunu” meselesine bakalım. Türkiye’de Türk olanla Kürt olan arasında hukuken bir fark var mı? Hastanede, okulda, mahkemede, sandıkta farklı bir uygulama mı söz konusu? Eğer bir eksiklik varsa, bir kişi çıkıp örnekle göstersin. Aksi hâlde, eşit yurttaşlık temelinde kurulmuş bu cumhuriyete sürekli haksızlık ediyoruz demektir.

PKK silah bıraktıysa, DEM Parti de artık söylem dilini değiştirmeli. Barış bir lütuf değildir, kimseye borçlu da değiliz. Barış, bu ülkenin her ferdinin hakkıdır. Ve bu hakkı yaşatmanın yolu, toplumu germeyen, insanları kutuplaştırmayan, yeni anayasa çağrılarını bir “tehdit diliyle” değil, bir “uzlaşı zemininde” dillendirmekten geçer.

Burası Türkiye. Bayrağı bir, milleti bir, geleceği ortak bir ülke. Eşit haklara sahip 85 milyon vatandaşın yaşadığı, Atatürk’ün kurduğu bir demokratik cumhuriyet. Bu çatı altında herkes birinci sınıf vatandaş. Hiç kimse, ne etnik kökeninden ne mezhebinden ötürü dışlanamaz.

Şayet birileri bu barış iklimini kullanarak gizli bir mutabakat yaptıysa —inanmak istemem— bunun hesabı bir gün mutlaka sorulur. Ama biz bugün şuna odaklanalım: Sessizlik yalnızca silahların değil, kışkırtıcı söylemlerin de susmasıysa anlamlıdır.

Yoksa, silahlar sussa da zihinler hâlâ hendek kazıyorsa, o da başka bir çatışma biçimidir.