Bizim kuşak iyi bilir. Mahallelerde yankılanan iki ses vardı: Ya “Batsın Bu Dünya” diye inleyen Orhan Baba hayranları ya da “Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim”, “Akşam Güneşi” diye özlemlerini haykıran Ferdi Abi takipçileri.
Laf aramızda ben Orhan Babacı’ydım. Tüm eserleri hala ezberimdedir. O dönemler Orhan Baba’nın tek rakibi vardı o da Ferdi Tayfur’du. Onu dinlemezdim ama nefret de etmezdim. Onun da en az Orhan Baba kadar seveni, hayranı vardı.
Arabesk dinlemekten hiç utanmadım. Kendini entel olarak tanımlayanların dinlediği müzikler beni çok çekmezdi ama onlara da “Bunu neden dinliyorsunuz?” diye sormayı bir an bile düşünmedim.
Türk müziği, kalplerimizde açılan derin yaraların adeta nağmelere dönüşmüş hâlidir. Arabesk, acının sanata dönüşmesidir. Peki, bu dönüşümü hor görmek hangi vicdanın işi olabilir?
Ferdi Tayfur, yalnızca bir sanatçı değildi; o, Anadolu insanının hayalleriydi, hüsranlarıydı, sabrıyla yoğrulan özlemleriydi. Çiftçiydi, köylüydü, mahallenin esnafıydı. Şarkılarında yalnızca aşk acısı değil, memleketin ta kendisi vardı. O yüzden mi sevildi dersiniz? Sadece sesiyle değil, sesiyle anlattıklarıyla bir dönem insanların kalbine taht kurdu. Şimdi bu gerçeği görmezden gelip, onu Tele 1’deki sunucu Musa Özuğurlu gibi "ağlak bir arabeskçi" diye küçümsemek, aslında o dönemin insanını, onların duygularını küçümsemektir.
Musa Özuğurlu, Ferdi Tayfur’un öldüğü gün, onun sanatsal yönünü eleştirmiş. Bu eleştiriyi zamanlama açısından bir kenara koyalım, çünkü o gün söylenecek tek söz, “Allah rahmet eylesin” olmalıydı. Ama gelin, bu sözlerin ne anlama geldiğini biraz daha derinlemesine irdeleyelim. Çünkü bu, sadece Ferdi Tayfur’u hedef alan bir eleştiri değil, aynı zamanda o dönemin yaşam mücadelesine, umutlarına ve acılarına da vurulan bir darbedir.
Ferdi Tayfur, bir toplumun acısını dillendirirken o “ağlak” dediğiniz şarkılarıyla insanlara yalnız olmadıklarını hissettirdi. O melodiler, gurbetçi bir işçinin evlat hasretini, memleketine dönmek isteyen bir köylünün hayalini, aşk acısıyla kıvranan bir gencin gözyaşlarını taşıdı. Bugün o şarkılar çaldığında, hâlâ bir yerlerde birileri susar ve iç geçirir. Çünkü o sözler ve melodiler, hayatın ta kendisidir.
Siz istediğiniz kadar küçümseyin, bu ülkenin insanı Ferdi Tayfur’un şarkılarında kendini buldu. O şarkılar, insanların duygularını paylaşma biçimiydi. Ve evet, biz o şarkıları dinlerken asla utanmadık. Ama bir sanatçıyı, özellikle de öldüğü gün küçümseyen bu zihniyetten dolayı utanıyoruz.
Sanat, kimliklerin, sınıfların, politik görüşlerin üstündedir. Ferdi Tayfur’u sevmek, sadece bir müzik türünü sevmek değil; onunla birlikte gelen o insanlık hâlini kucaklamaktır. Kim bilir, belki de bu yüzden Ferdi Tayfur’u sevenlerin kalbinde hâlâ yaşıyor. Çünkü o, bu toprakların sesiydi.
Hala Orhan Gencebay dinlerim. Ama bu benim onun son yıllardaki siyasi duruşunu onayladığım anlamına gelmez. Gariban Babası’nın son yıllarda sergilediği duruşa sizden daha çok tepkiliyim ama bu onun yaptığı sanatı küçümsememi gerektirmez. Bilmem anlatabildim mi sevgili Özuğurlu.
Ve bir son söz: İnsanları sanatıyla değil, siyasetiyle değerlendirenlerin dönemi artık kapanmalı. Bizler Orhan Baba’yı, Ferdi Abi’yi severken onların görüşlerini değil, şarkılarını dinledik. Bugün bizi bir araya getiren değerlerin parçalanmasına izin vermeyelim. Unutmayın, Ferdi Tayfur bu dünyadan gitmiş olabilir ama onun bıraktığı izler, Anadolu’nun her köşesinde yankılanmaya devam edecek.
GÜNÜN SÖZÜ
Bizi bir araya getiren değerlerin parçalanmasına izin vermeyelim.