Son 10 yılda dünyanın en zengin 3 bin kişisi, 6,5 trilyon dolar servet kazandı.

Bu rakam, dünya ekonomisinin neredeyse %15’ine denk geliyor. Düşünebiliyor musunuz? Sadece birkaç bin kişi, bütün insanlığın ürettiği zenginliğin hatırı sayılır bir kısmını cebe indiriyor. Öte yandan 3,7 milyar insan—yani dünya nüfusunun yarısı—yoksullukla boğuşuyor. Kimi aç yatıyor, kimi ilaç bulamıyor, kimi okula gidemiyor. Eşitsizlik sadece artmakla kalmıyor; artık kurumsallaşıyor, normalleştiriliyor.
Bu çarpıcı tabloyu ortaya koyan kurum ise İngiltere merkezli sivil toplum kuruluşu Oxfam. 2025’in ilk yarısında yayınladıkları son raporda zengin ile yoksul arasındaki uçurumun ne kadar derinleştiğini, bu durumun artık sadece “ekonomik” değil, aynı zamanda “ahlaki” ve “siyasal” bir kriz haline geldiğini gözler önüne seriyorlar.
PARAYA PARA DİYEMEYENLERİN DÖNEMİ
Oxfam’ın verilerine göre, dünyanın en zengin %1’lik kesimi 2015’ten bu yana toplamda 33,9 trilyon dolar servet biriktirmiş. Bu rakam, dünya genelindeki yoksulluğu tam 22 kez bitirebilecek düzeyde. Yani dünyadaki herkesin insanca yaşayabilmesi için gereken paranın 22 katı, sadece bir avuç insanda toplanmış durumda. Dünya Bankası’nın verilerine göre, yoksulluk sınırındaki bireylerin günlük temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için ortalama günde 8,30 dolar yeterli. Ama bu 8,30 doları bile bulamayan milyarlarca insan var.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bir taraf gün içinde 50 bin dolar harcarken, diğer taraf çocuğuna bir tabak yemek koyamıyor. Bu durum artık sadece gelir farkı değil; yaşam hakkı farkı, kader farkı anlamına geliyor.
YARDIM YAPMAK YERİNE KESİNTİ YAPIYORLAR
Peki devletler ne yapıyor? Raporun en can alıcı yerlerinden biri de burası. 1960’tan bu yana en büyük dış yardım kesintileri yapılıyor. Başta G7 ülkeleri olmak üzere, zengin devletler kendi içinde ekonomik daralma yaşadıkça yardım musluklarını da kapatıyor.
2026 yılına kadar yardımların %28 oranında azaltılması planlanıyor. Oysa bu yardımlara en çok ihtiyaç duyan ülkeler, zaten borç krizinin eşiğinde. Düşük gelirli ülkeler, "riskli yatırım" kategorisinde değerlendirildiği için borçlanmaları da çok pahalıya mal oluyor. Bu da eğitimden sağlığa, altyapıdan sosyal hizmetlere kadar her alanda bir çöküşü beraberinde getiriyor.
Yani bir yanda milyarderlerin banka hesapları şişiyor, diğer yanda yoksul ülkeler temel sağlık hizmetlerine bile bütçe ayıramıyor.
SİSTEMSEL BİR ADALETSİZLİK
1995 ile 2023 yılları arasında, küresel özel servet, kamu servetine kıyasla tam sekiz kat daha hızlı büyümüş. Bu şu demek: Zenginler daha da zenginleşirken, devletlerin elindeki kaynaklar giderek azalıyor. Devletler artık sosyal harcamaları kısmak zorunda kalıyor çünkü para halkta değil, elit tabakanın kasasında birikiyor.
Oxfam, bu noktada çok net bir öneri sunuyor: Milyarderlerin servetlerinin %0,3 kadarını bile efektif olarak vergiye ödemediğini tespit etmişler. Yani bu insanlar neredeyse hiç vergi vermiyor. Bu kadar büyük bir servetin yanında bu vergi oranı alay konusu bile edilemez. Oxfam’a göre bu kişilere adil vergiler getirilirse, kamu hizmetleri, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim eylemi gibi hayati alanlar finanse edilebilir.
HALKIN TERCİHİ NET: ZENGİNLER VERGİLENDİRİLSİN
Oxfam ve Greenpeace’in 13 ülkede yaptığı küresel anketin sonuçları da dikkat çekici: Her 10 kişiden 9’u, zenginlerin daha fazla vergi ödeyerek kamu hizmetlerinin finansmanına katkı sunmasını istiyor. Bu, halkın adalet talebini açıkça ortaya koyuyor. İnsanlar artık sadece hayatta kalmak değil, insanca yaşamak istiyor.
Ama bunun için devletlerin çok daha cesur olması, zengin kesime gerçek anlamda dokunması gerekiyor. Yani “vergi reformu” lafta kalmamalı; zenginlikten hakkıyla alınan pay, doğrudan kamuya aktarılmalı.
YOL HARİTASI: DEVLET ÖNCÜLÜĞÜNDE KALKINMA
Oxfam, çözümün “piyasa merkezli yatırımlar” değil, kamu öncelikli bir kalkınma modeli olduğunu belirtiyor. Sağlık, eğitim, ulaşım, enerji gibi temel hizmetlerin kamu eliyle sağlanması gerektiğini vurguluyor. Devlet, halk için çalışmalı; şirketler için değil.
Bugün geldiğimiz noktada, devletlerin asli görevlerini terk edip özel sektörün finansal çıkarlarını öncelemesi, insanlık için bir felaketin habercisi olabilir. Zira kamusal alan daraldıkça, eşitsizlik daha da derinleşiyor. İşin daha kötüsü, bu eşitsizlik artık normal bir durummuş gibi gösteriliyor.
SONUÇ: ARTIK SADECE EKONOMİ DEĞİL, VİCDAN MESELESİ
Bu tablo aslında bize şunu söylüyor: Sorun sadece gelir eşitsizliği değil; adalet, ahlak ve vicdan sorunu. Bir yanda her gün daha fazla lüks içinde yaşayan bir elit tabaka, diğer yanda temel ihtiyaçlarına bile erişemeyen milyarlarca insan… Bu uçurum bu şekilde derinleşmeye devam ederse, sosyal huzursuzluklar, göç krizleri, sağlık felaketleri ve siyasal kaoslar kaçınılmaz olur.
Eğer insani bir gelecek hayal ediyorsak, çözüm çok net: Zenginler daha fazla vergi vermeli, devletler bu parayı doğrudan halkın refahı için kullanmalı. Öyle süslü cümlelere gerek yok: Kim daha çok kazanıyorsa, daha çok ödemeli.
Aksi halde, 21. yüzyılın sonu, insanlık için bir “altın çağ” değil, eşitsizlikten patlayan bir “kayıp çağ” olarak hatırlanacak.
Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]