Bektaşi’ye “Neden namaz kılmıyorsun?” diye sormuşlar,
“Cenab-ı Allah Kur’an’da namaza yaklaşmayın buyuruyor” cevabını vermiş.
Ama o âyetin başında ‘İçkili iken...’ deniyor diye hatırlattıkları zaman da,
Bektaşi “Ben hafız değilim, o kadarını bilemem” demiş...
En korktuğum şeydir ve en tehlikelisidir “içinde gerçek bulunan yalanlar!”
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler performansı ve Trump ile olan görüşmesine ilişkin muhalefetin tavrı bundan farklı değil.
Bektaşi gibi cümlenin ortasından,içinde gerçek olan yalanlarla, konu amacından nasıl saptırılır,
Gerçeğin yalnızca işlerine gelen kısmı alınır da kalan kısmı nasıl görmezden gelinir.
Türkiye’nin Suriye’de, Ukrayna’da ve Gazze’de oynadığı etkin ve dengeleyici rol nasıl yok sayılır.
Bunun yerine, “iktidarın meşruiyet sorunu” gibi olmayan, yapay tartışmalar nasıl üretilir.
Olmayan bir sorun ile nasıl hayali krizler yaratılır!
Yazarıyla, siyasetçisi ile muhalif kesimin tek yaptığı çözüm değil, sorun üretmek!
İnanılacak gibi değil!
Ortada gerçekten garabet bir durum var.
Her şeyi de onlar biliyor!
Onlar haricinde izinsiz fikir de üretemezsiniz(!)
Bugün Türkiye, Suriye’de terör koridorunu parçalayarak sadece kendi sınırlarını değil, Avrupa’nın da güvenliğini korurken,
Ukrayna krizinde, dünyanın gıda güvenliğini doğrudan etkileyen tahıl koridorunu açmışken, bu savaşın diplomatik görüşmelerinin baş aktörü iken,
Gazze’de, uluslararası sistemin sustuğu yerde, insanlığın vicdanını temsil eden ses, yine Türkiye olurken muhalefet, Bektaşi gibi cümlenin ortasından okuyup kalanını bilmezden gelip bir meşruiyet sözü ile -ki bu sözü sarfeden hangi nedenle bu kelimenin kullandığını uzun uzun açıklamasına rağmen-kendi sahte krizini yaratıyor.
Siyasî bir hesap olmaktan çok bu tavrın ardında bir hazımsızlık ve psikolojik bir eziklik yattığını düşünüyorum.
Çünkü yıllardır iktidara gelememenin, halkın güvenini kazanamamanın ürettiği bir eksikliğin, kendini sahte krizlerle telafi etmeye çalışmasından başka bir şey değil bu.
“İktidarın meşruiyeti yok” söyleminin ardında da aslında bir ayna etkisi,
Meşruiyetini bir türlü milletten alamayanların, onu elde edenlere yönelttiği bir kara çalma olarak değerlendiriyorum.
Bugün “iktidarın meşruiyeti” üzerine yapay tartışmalar açan muhalefetin en büyük çelişkisi, aslında meşruiyetin kaynağı olan milletin iradesini temsil eden Meclis’in açılışına dahi katılmamalarıdır.
Milletin oylarıyla seçildikleri halde, o iradenin tecelli ettiği Gazi Meclis’in kapısından bile girmemeyi tercih edenlerin, meşruiyet üzerine söz söylemesi başlı başına bir samimiyetsizliktir.
Bu tavır, aynı zamanda siyaseten büyük bir savrulmadır. Çünkü meşruiyetin tek adresi millettir, milletin iradesi de Meclis’te tecelli eder.
O iradenin karşısında durarak, “iktidarın meşruiyetini tartışmaya açan” muhalefet aslında kendi meşruiyetini sorgulanır hâle getirmektedir.
Türkiye, hem sahada hem masada gücünü hissettirirken; kendi ülkesinin Meclisi’ne sırt çeviren bir anlayış, yalnızca siyasi vizyonsuzluğun değil, aynı zamanda millet iradesinden kopuşun fotoğrafıdır.
Asıl sorun, özgüvenini kaybetmiş bir muhalefetin, iktidarın özgüvenini hazmedememesidir.
Bu nedenle hatırlatmakta fayda olur mu bilmiyorum ama bir devlet, sahada varlık gösteriyor ve masada sözünü geçiriyorsa, meşruiyeti fiilen zaten vardır.
Bugün Türkiye hem sahada hem masada vardır.
Bugün Türkiye, kendi tarihsel hafızasına yaslanarak dış politika üretmektedir.
Muhalefet bu gerçeği görmemek için gözlerini kapatsa da, Bektaşi gibi cümlenin ortasından konuşsa da tüm dünya, Türkiye gerçeğini kabul etmektedir.
Bu ve bunun gibi zihniyetler “batı kompleksleriyle” yaşamaya devam edebilirler.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti, hiç olmadığı kadar güçlü ve bağımsız bir devlettir,
El de etek de öpmez,
Bu böyle biline...