7 Ekim 2023 tarihinden bu yana insanlık onurunu ayaklar altına alan,
En vahşi, en ahlak dışı ve en vahim savaş ve soykırım suçunu işleyen İsrail’i diplomasi ile durduran ateşkes Mısır,Katar ,ABD ve Türkiye’nin garantörlüğünde 9 Ekim’de imzalandı.
Bu vahşetin ve soykırımın durdurulması yani 9 Ekim’de ilk aşaması mutabakata bağlanan ateşkes, elbette ağır,kararlı bir diplomatik emeğin ürünüdür.
Ateşkes en azından insani yardımların hızlanması, çocukların açlıktan ölmemesi, esirlerin iadesi gibi somut faydalar üretmiştir.
Ancak şunu açıkça belirtmeliyim ki;
Ateşkes, güvenlik-mülkiyet-siyasi düzenlemelerinin tesis edildiği kalıcı bir barış değildir.
Yani zafer naralarıyla gerçekler birbirine karıştırılmamalıdır.
Bir restitüsyon imzası, bir fotoğraf karesi ya da Trump’ın televizyon şovu,
Enkazı, göçü, yıkımı.ölümleri,açlığı,sefalaeti,soykırımı, yaşanılan travmayı yok etmez, edemez.
Gazze’de iki yılı aşkın sürenin ardından ortaya çıkan manzara—yüzbinleri bulan ölümler,
Çocukların açlıktan ölmesi vb—bir mutabakatla, bir ateşkes ile telafi edilemez.
Tam tersine hem Filistin’de hem de bölgede uzun soluklu, çok boyutlu bir yeniden inşa ve güvenlik mimarisine ihtiyaç vardır.
Bu çerçevede, Türkiye’nin garantörlüğü, sorumlulukla iç içe, eş anlamlı okunmalıdır;
Yani garanti, sadece sözde, kağıt üzerinde değil, eylemde de tezahür etmelidir.
Filistin halkının gerçek garantörü, boş sözler, cılız diplomatik mesajlar ya da kağıttan dayanışmalar değil;
Sahada caydırıcı gücü olan bir devlettir.
Ve bu devlette tartışmasız Türkiye’dir.
Eğer bu ateşkes ile kalıcı bir barışa hedefleniyorsa, bu barışın inşasını Türkiye sağlayabilir.
Çünkü Filistin meselesi, Türkiye için bir dış politika meselesinden fazlasıdır.
Altını çize çize tekrar ifade edelim ki;
Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir.
Bugün Gazze’de Türk askerinin konuşlanması, sadece Filistin’in değil, tüm bölgenin dengelerini değiştirecek, bölgeye adalet ve barışın gelmesi için belki de son şans olacaktır.
Türkiye, bu sorumluluğu taşıyabilecek askeri, diplomatik ve tarihsel kapasiteye sahiptir.
Hemen belirtmem gerekir ki Trump’ın gösterişli övgülerine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türk Dışişlerinin sessiz ama kararlı tutumu,
Sistematik, sabırlı ve kontrollü hamleleri, milli çıkarlarımızın ve bölgesel istikrarın güvencesi olmuştur.
Sonuç olarak 9 Ekim’de imzalanan mutabakat, bir zafer değil tam tersine bir başlangıç ve sorumlulukları daha da ağırlaşan bir sınavdır.
Ve coğrafyanın kaderi tayin edilirken bu sınavda Türkiye’nin varlığı olmazsa olmazdır.
Çünkü bu topraklarda istikrarı ve onuru koruyacak güç, yalnızca milli irade ile birleşmiş bir Türkiye’nin elindedir.
