Türkiye, yarım asır terörün gölgesinde ağır bedeller ödemiş bir ülkedir.
Şehit düşen Mehmetçikler, ocaklara düşen ateşler, parçalanan hayatlar ve derinleşen toplumsal yaralar…
Bu acı hafızayı taşıyan bir milletin önünde bugün tarihi bir fırsat ve aynı zamanda tarihi bir sorumluluk vardır;
Terörsüz Türkiye ideali ile terörden tamamen arınmış, huzurun ve güvenin kalıcı olduğu bir Türkiye inşa etmek…
Ancak Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan tecrübeler bize gösteriyor ki, terör örgütlerinin silah bırakma süreçleri hiçbir zaman kısa ve kolay olmamıştır.
Tarihsel süreçte bakıldığında, bu örgütlerin hiçbirinin silahlarını bir günde bırakmadığı, hiçbirinin toplumun huzurunu kolayca teslim etmediği de bir gerçekliktir.
Hele bizim gibi karışık bir coğrafyada bunun dünden bugüne olacağını düşünmek hayalcilikten öteye geçemez.
Daha önceleri de ifade ettim, terörle sadece silahla mücadele verilmemekte aynı zamanda bir siyasi, toplumsal ve psikolojik mücadele de verilmektedir.
Yine terör örgütlerinin silah bırakma tecrübelerinin yaşandığı ülkelerde bir yandan terör örgütünün hareket kabiliyetini sıfırlanması amaçlanmış, diğer yandan ise toplumun terörü doğuran zeminde nefes almasını sağlayacak demokratik ve sosyal adımlar atılmıştır.
Bu örneklerde de terör örgütüyle müzakere edilmemiş, üniter yapıdan taviz verilmemiş, terör örgütünün talepleri kabul edilmemiş, fakat terörün yarattığı ortamı iyileştirmek, topluma refah ve özgüven kazandırmak için ciddi stratejiler geliştirilmiş, hukuki düzenlemeler yapılmıştır.
Bu kadar zor ve uzun süreç basit sloganlarla ya da günübirlik siyasi manevralarla yürütülemeyeceği gibi ucuz siyasi menfaatlere de teslim edilemeyeceği çok açıktır.
Bu nedenle gerçek çözüm, devletin kararlı güvenlik politikası ile toplumun ortak iradesini birleştiren, hukukun üstünlüğünü koruyan ve milletin vicdanını tatmin edecek adalet merkezli bir yol haritası çizmektir.
Bu haritadaki en kritik dönemeç ucuz siyasi politikalara alet edilmek istenen “af” meselesidir.
Gerçekten de Türkiye’nin önündeki en büyük tehlikelerden biri, topluma “teröristlere af çıkarılacak” gibi yanlış bir algının pompalanmasıdır.
Türkiye’nin yolu af değil, adalet olmalıdır.
Milletin ikna edilmesi gereken nokta tam da burasıdır.
Vatandaş, devletin “af değil, adalet” çizgisinde olduğunu hissetmelidir.
Çünkü ancak adaletle desteklenen bir düzenleme, kalıcı barışı ve toplumsal güveni inşa edebilir.
Terörsüz Türkiye idealinde en kritik boyut, toplumun desteğidir.
Güneydoğu’daki kardeşlerimiz, şehit ailelerimiz terörden en çok zarar görenlerdir.
Onların gönlünde devletin sıcaklığını, devletin adil olduğunu hissettirmek, en etkili mücadele yöntemi olacaktır.
Eğer toplum sürece inanmazsa, devletin attığı adımların hiçbir kıymeti olmaz.
Bu yüzden “adaletli düzenlemeler” sadece Ankara’da değil, Diyarbakır’dan Edirne’ye, Hakkâri’den İzmir’e kadar tüm Türkiye’de anlatılmalı, anlaşılmalı ve sahiplenilmelidir.
Ülkenin her köşesinde vatandaşlarımız bu sürece sahip çıkmalı, “bu mücadele benim mücadelem” diyebilmelidir.
Terörün kökünü kurutacak olan şey, yalnızca devletin silahlı gücü değil; 85 milyonun ortak iradesi olmalıdır.
Ancak önemle belirtmem gerekir ki;
Terörden zarar görenlerin yaraları, sıradan bir hukuk düzenlemesiyle kapanamaz.
Şehit ailelerinin, gazilerin, mağdurların gönlü alınmadan da terör defteri kapanamaz.
Bu nedenle yeni bir yasal çerçevede mutlaka mağdura yönelik onarıcı adalet ilkeleri yer almalıdır.
Bugün Türkiye, terörden arınmış bir geleceği inşa etme noktasında kritik bir eşiğe gelmiştir.
Bu eşik, hem cesaret hem akıl hem de adalet gerektirmektedir.
Türkiye, bu iradeyi gösterdiği anda, “terörsüz bir gelecek” artık bir hayal değil, milletin bizzat yazacağı bir tarih olacaktır.