Ali Onar
Köşe Yazarı
Ali Onar
 

Su Krizi Siyaseti Aşar: İzmir İçin Ulusal Güvenlik Alarmı

ÇEŞME’NİN SUYU,SUYUN SİYASETİ Su, bugün artık yalnızca bir  nimet değil; stratejik bir kaynak, jeopolitik bir güç unsuru ve doğrudan ulusal güvenlik meselesidir. Enerji güvenliği, gıda arzı, savunma kapasitesi gibi konuların arasına,  su arzı da eklenmiştir. Türkiye için bu gerçek, özellikle kuraklık ve hızlı nüfus artışıyla birleştiğinde, kritik bir planlama zorunluluğunu getirmektedir. İzmir ve Çeşme’nin son haftalarda yaşadığı su krizi de, bu zorunluluğun sahadaki en güncel göstergesidir. “Rakamlar yalan söylemez,insanlar rakamlarla yalan söyler” sözünü severim ama yağış verileri de ortada. Meteoroloji ölçümlerine göre Ege havzası, son yarım yüzyılın en düşük kış yağışlarını aldı. Bu, yeraltı suyu beslenmesini sınırladı, baraj rezervlerini kritik eşiklerin altına çekti. Barajlarda hacim %5 seviyelerine indi. Üstüne bir de Çeşme’nin yaz aylarında 4–5 katına çıkan nüfusu eklendiğinde yani turizm ekonomisi büyürken, altyapı kapasitesi aynı hızda artmayınca kaçınılmaz olarak su krizi daha erken geldi. Bu tabloya “sadece” belediye, “sadece” merkezi idare ya da “sadece” vatandaş diyerek çare üretmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. "Sadece" demek siyasi atışmanın en kolay malzemesi olur; oysa burada asıl olan, “suyun siyaseti” değil, “siyasetin suyu kirletmemesidir”. Açık konuşayım: Bu tartışmayı uzatmak yerine, DSİ ile İZSU’nun aynı masada buluşmasını bir İzmir’li olarak tercih ederim. Tam bu noktada, devlet aklının kriz anında çalıştığını, merkezi yönetimin sahaya koyduğu iradeyi görmezden de gelemem. Devlet Su İşleri (DSİ) tarafında bitirilen Karareis Barajı, Salman Göleti Ortak Deposu ve 34 kilometrelik iletim hattı yatırımı ile 2071 yılına kadar su krizini çözmüştür. Seçim takvimine bakılmadan, “oy” kaygısı olmadan altyapı yatırımlarını siyasi polemiklerin üzerine koyan bu yaklaşımı takdir etmek, Kriz anında yüzünü kameralara değil vananın nasıl döneceğine çeviren, sosyal medya tartışması yerine mühendislik raporu üreten bir yönetim biçimini tebrik etmek gerekir. Devlet, barajı, hattı ve arıtmayı getirmiştir. Belediyeye düşen, bu zinciri koparmadan vatandaşın mutfağına ulaştırmaktır. Şimdi belediye gerekli planlama ve şebeke disipliniyle üzerine düşeni yaparsa, Çeşme’nin musluğu siyasetin ötesinde bir güvene kavuşacaktır eminim. Fakat İzmir’de su krizini daha da  derinleştiren bir mesele daha var. Yazmadan geçemem. Kayıp–kaçak. İzmir’de suyun önemli bir bölümü, musluğa varmadan toprağa, kayda girmeden sayaç dışına akmaktadır. Kısaca anlatmam gerekirse her üç bardaktan birini içemeden su buharlaşıyor. Burada da "sadece" demeden basit bir iş birliğine ihtiyacımız var. Devletin yaptığı büyük yatırımlar, yerelde teknik disiplinle buluşturulmadığı, İzmir’li de kaçak kullanımı “maharet” sanmaktan vazgeçmediği müddetçe Türkiye'nin en pahalı suyunu içmeye mahkum oluruz. Hem de her sezon daha da kötüye gidecek şekilde. Burada da Vatandaş-Belediye–Devlet işbirliği, bir polyanna temennisi değil, somut bir gerekliliktir. DSİ ile İZSU’nun aynı dili konuşması siyaseti değil suyu daha hızlı akıtacaktır. Tekrar edeyim "SU" ulusal güvenlik meselesidir. Turizm, sanayi,tarım hepsi suya bağımlıdır. Su olmazsa hayat olmaz. Siyasette suyun altında kalır.
Ekleme Tarihi: 13 Ağustos 2025 -Çarşamba

Su Krizi Siyaseti Aşar: İzmir İçin Ulusal Güvenlik Alarmı

ÇEŞME’NİN SUYU,SUYUN SİYASETİ

Su, bugün artık yalnızca bir  nimet değil; stratejik bir kaynak, jeopolitik bir güç unsuru ve doğrudan ulusal güvenlik meselesidir.
Enerji güvenliği, gıda arzı, savunma kapasitesi gibi konuların arasına,  su arzı da eklenmiştir.
Türkiye için bu gerçek, özellikle kuraklık ve hızlı nüfus artışıyla birleştiğinde, kritik bir planlama zorunluluğunu getirmektedir.
İzmir ve Çeşme’nin son haftalarda yaşadığı su krizi de, bu zorunluluğun sahadaki en güncel göstergesidir.
Rakamlar yalan söylemez,insanlar rakamlarla yalan söyler” sözünü severim ama yağış verileri de ortada.
Meteoroloji ölçümlerine göre Ege havzası, son yarım yüzyılın en düşük kış yağışlarını aldı.
Bu, yeraltı suyu beslenmesini sınırladı, baraj rezervlerini kritik eşiklerin altına çekti.
Barajlarda hacim %5 seviyelerine indi.
Üstüne bir de Çeşme’nin yaz aylarında 4–5 katına çıkan nüfusu eklendiğinde yani turizm ekonomisi büyürken, altyapı kapasitesi aynı hızda artmayınca kaçınılmaz olarak su krizi daha erken geldi.
Bu tabloya “sadece” belediye, “sadece” merkezi idare ya da “sadece” vatandaş diyerek çare üretmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
"Sadece" demek siyasi atışmanın en kolay malzemesi olur; oysa burada asıl olan, “suyun siyaseti” değil, “siyasetin suyu kirletmemesidir”.
Açık konuşayım: Bu tartışmayı uzatmak yerine, DSİ ile İZSU’nun aynı masada buluşmasını bir İzmir’li olarak tercih ederim.
Tam bu noktada, devlet aklının kriz anında çalıştığını, merkezi yönetimin sahaya koyduğu iradeyi görmezden de gelemem.
Devlet Su İşleri (DSİ) tarafında bitirilen Karareis Barajı, Salman Göleti Ortak Deposu ve 34 kilometrelik iletim hattı yatırımı ile 2071 yılına kadar su krizini çözmüştür.
Seçim takvimine bakılmadan, “oy” kaygısı olmadan altyapı yatırımlarını siyasi polemiklerin üzerine koyan bu yaklaşımı takdir etmek,
Kriz anında yüzünü kameralara değil vananın nasıl döneceğine çeviren, sosyal medya tartışması yerine mühendislik raporu üreten bir yönetim biçimini tebrik etmek gerekir.
Devlet, barajı, hattı ve arıtmayı getirmiştir. Belediyeye düşen, bu zinciri koparmadan vatandaşın mutfağına ulaştırmaktır.
Şimdi belediye gerekli planlama ve şebeke disipliniyle üzerine düşeni yaparsa, Çeşme’nin musluğu siyasetin ötesinde bir güvene kavuşacaktır eminim.
Fakat İzmir’de su krizini daha da  derinleştiren bir mesele daha var.

Yazmadan geçemem.

Kayıp–kaçak.
İzmir’de suyun önemli bir bölümü, musluğa varmadan toprağa, kayda girmeden sayaç dışına akmaktadır.
Kısaca anlatmam gerekirse her üç bardaktan birini içemeden su buharlaşıyor.
Burada da "sadece" demeden basit bir iş birliğine ihtiyacımız var.
Devletin yaptığı büyük yatırımlar, yerelde teknik disiplinle buluşturulmadığı, İzmir’li de kaçak kullanımı “maharet” sanmaktan vazgeçmediği müddetçe Türkiye'nin en pahalı suyunu içmeye mahkum oluruz.
Hem de her sezon daha da kötüye gidecek şekilde.
Burada da Vatandaş-Belediye–Devlet işbirliği, bir polyanna temennisi değil, somut bir gerekliliktir.
DSİ ile İZSU’nun aynı dili konuşması siyaseti değil suyu daha hızlı akıtacaktır.
Tekrar edeyim "SU" ulusal güvenlik meselesidir.
Turizm, sanayi,tarım hepsi suya bağımlıdır.
Su olmazsa hayat olmaz.
Siyasette suyun altında kalır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberege.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.