Ali Onar
Köşe Yazarı
Ali Onar
 

GÜÇ ve VİCDAN DİPLOMASİSİ

Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu dünya siyasetine hakim olurken, bu zirvenin en önemli aktörü ise Türkiye oldu. Tartışmasız son yıllarda Türkiye, sadece bölgesel bir aktör değil, aynı zamanda küresel dengeleri doğrudan etkileyen lider ve yön belirleyen bir devlet haline gelmiştir.  Özellikle yakın coğrafyada Türkiye’nin siyasi, askeri ve diplomatik hamleleri, sadece bölge ülkelerinin değil büyük güçlerin de politikalarını şekillendirmektedir. Türkiye asırlar boyu olduğu gibi yine coğrafyanın olmazsa olmazıdır. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler’de yaşananlar da bu dönüşümün canlı bir fotoğrafı,sahada uygulaması oldu.  Türkiye,Birleşmiş Milletler’de sadece üye bir devlet olarak değil,  bir küresel denge kurucusu olarak sahne aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kürsüdeki hitaplarının ötesinde, yaptığı temaslar,toplantılar, kulis diplomasisi ve verdiği mesajlar ile, uluslararası ilişkilerde oyunun kuralları yazılırken masada Türkiye’nin de olacağı artık tartışmasız kabul edildi. Birleşmiş Milletler toplantılarının belki de en dikkat çeken yönü, kürsüde yapılan rutin konuşmalardan daha fazla, oturum harici gerçekleşen görüşmeler oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, lider ülke konumunda, ABD Başkanı Trump ile birlikte Gazze için dokuz bölge ülkesiyle  gerçekleştirdiği ve kanaatimce Gazze konusunda etkisiz eleman konumuna düşen Birleşmiş Milletler’ i by pass ettiği toplantı bunların en önemlisi oldu insanlık için. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump’ın Beyaz Saray'da gerçekleştirdiği görüşme ise küresel meseleleri yalnızca genel kurulun kalabalık ve sembolik ortamında değil, büyük olduğu düşünülen güçlerin liderleriyle eşit düzeyde masaya oturarak konuşma kapasitesine sahip olduğunu gösterdi Türkiye’nin. Peki, Türkiye’nin küresel düzeyde yükselen ve yönlendiren rolü bir anda mı oldu? Elbette hayır! Güçlü Ordu,Güçlü Diplomasi ve Güçlü Devlet... Hiç şüphe yok ki Türkiye’nin diplomatik etkisinin ardında, son yıllarda inşa ettiği askeri ve teknolojik kapasite yatmaktadır. Savunma sanayiinde kaydedilen ilerlemeler, yalnızca iç güvenlik ve bölgesel caydırıcılık değil, aynı zamanda masada daha güçlü konuşma imkanı vermektedir. Trump’ın iki cümlesinden birinin “Erdoğan çok güçlü bir orduya sahip” sözü olması boşuna değildir.  Askeri güç ile diplomasi arasındaki bağ, artık Türkiye’nin dış politika geleneğinde kurumsallaşma aşamasına gelmiştir. Gerçekten de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası görüşmelerdeki her sözü, arkasında sahada karşılığı olan bir devlet gücüne yaslanmaktadır. Bu ikili yapı, yani güç ile diplomasinin birleşmesi, Türkiye’nin uluslararası alanda giderek artan etkinliğinin temel dayanağıdır. Bu nedenle Türkiye, yalnızca söz üreten bir ülke değil, sözüyle sahadaki gücünü birleştiren bir devlet olarak kabul görmektedir. Türkiye’nin dış politikadaki çok katmanlı stratejisindeki en önemli faktörlerden ve en önemli şanslarından biri de güçlü bir lidere sahip olmasıdır. Türkiye’nin uluslararası siyasette gücünü artırması, devlet politikalarını kabul ettirmesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel rolü tartışılmazdır. Bir yandan sahip olduğu silah ve teknolojik güce karşılık  insani değerleri yüksek sesle savunan vicdanlı bir devlet adamı, diğer yandan kurumsal diplomasi kanallarını işleterek ve aynı anda liderler düzeyinde alınan inisiyatifler ile hızlı ve etkili sonuçlar elde eden bir lider. Erdoğan’ın liderliğinin ayırt edici yanı, söylediğini yapabileceğinin tüm dünya tarafından bilinmesi, verdiği sözün arkasında durmasıdır. Yani yıllarca herkesin gözlerinin içine baka baka “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün “ derken sadece konuşmadığını, yeni bir vizyon getirdiğini ve aynı zamanda bu vizyonu somut adımlarla destekleyeceğini aklı başında olan tüm devlet başkanları, tüm siyasetçiler bilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği dünyanın bu kaotik sürecinde belirleyici bir unsur olacaktır. Çünkü O, diplomasiyi yalnızca protokol diliyle değil, sahadaki gerçekliklerle bütünleştirerek kullanmaktadır. Ve artık dünya şunu açıkça kabul etmek zorundadır: Türkiye, vicdanıyla yoğurduğu politikalarını dünyaya kabul ettiren, masada ve sahada eş zamanlı olarak varlık gösteren, her sözünün ve her hamlesinin karşılığı olan bir küresel lider devlettir.
Ekleme Tarihi: 26 Eylül 2025 -Cuma

GÜÇ ve VİCDAN DİPLOMASİSİ

Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu dünya siyasetine hakim olurken, bu zirvenin en önemli aktörü ise Türkiye oldu.

Tartışmasız son yıllarda Türkiye, sadece bölgesel bir aktör değil, aynı zamanda küresel dengeleri doğrudan etkileyen lider ve yön belirleyen bir devlet haline gelmiştir.

 Özellikle yakın coğrafyada Türkiye’nin siyasi, askeri ve diplomatik hamleleri, sadece bölge ülkelerinin değil büyük güçlerin de politikalarını şekillendirmektedir.

Türkiye asırlar boyu olduğu gibi yine coğrafyanın olmazsa olmazıdır.

Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler’de yaşananlar da bu dönüşümün canlı bir fotoğrafı,sahada uygulaması oldu.

 Türkiye,Birleşmiş Milletler’de sadece üye bir devlet olarak değil,  bir küresel denge kurucusu olarak sahne aldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kürsüdeki hitaplarının ötesinde, yaptığı temaslar,toplantılar, kulis diplomasisi ve verdiği mesajlar ile, uluslararası ilişkilerde oyunun kuralları yazılırken masada Türkiye’nin de olacağı artık tartışmasız kabul edildi.

Birleşmiş Milletler toplantılarının belki de en dikkat çeken yönü, kürsüde yapılan rutin konuşmalardan daha fazla, oturum harici gerçekleşen görüşmeler oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, lider ülke konumunda, ABD Başkanı Trump ile birlikte Gazze için dokuz bölge ülkesiyle  gerçekleştirdiği ve kanaatimce Gazze konusunda etkisiz eleman konumuna düşen Birleşmiş Milletler’ i by pass ettiği toplantı bunların en önemlisi oldu insanlık için.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump’ın Beyaz Saray'da gerçekleştirdiği görüşme ise küresel meseleleri yalnızca genel kurulun kalabalık ve sembolik ortamında değil, büyük olduğu düşünülen güçlerin liderleriyle eşit düzeyde masaya oturarak konuşma kapasitesine sahip olduğunu gösterdi Türkiye’nin.

Peki, Türkiye’nin küresel düzeyde yükselen ve yönlendiren rolü bir anda mı oldu?

Elbette hayır!

Güçlü Ordu,Güçlü Diplomasi ve Güçlü Devlet...

Hiç şüphe yok ki Türkiye’nin diplomatik etkisinin ardında, son yıllarda inşa ettiği askeri ve teknolojik kapasite yatmaktadır.

Savunma sanayiinde kaydedilen ilerlemeler, yalnızca iç güvenlik ve bölgesel caydırıcılık değil, aynı zamanda masada daha güçlü konuşma imkanı vermektedir.

Trump’ın iki cümlesinden birinin “Erdoğan çok güçlü bir orduya sahip” sözü olması boşuna değildir.

 Askeri güç ile diplomasi arasındaki bağ, artık Türkiye’nin dış politika geleneğinde kurumsallaşma aşamasına gelmiştir.

Gerçekten de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası görüşmelerdeki her sözü, arkasında sahada karşılığı olan bir devlet gücüne yaslanmaktadır.

Bu ikili yapı, yani güç ile diplomasinin birleşmesi, Türkiye’nin uluslararası alanda giderek artan etkinliğinin temel dayanağıdır.

Bu nedenle Türkiye, yalnızca söz üreten bir ülke değil, sözüyle sahadaki gücünü birleştiren bir devlet olarak kabul görmektedir.

Türkiye’nin dış politikadaki çok katmanlı stratejisindeki en önemli faktörlerden ve en önemli şanslarından biri de güçlü bir lidere sahip olmasıdır.

Türkiye’nin uluslararası siyasette gücünü artırması, devlet politikalarını kabul ettirmesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel rolü tartışılmazdır.

Bir yandan sahip olduğu silah ve teknolojik güce karşılık  insani değerleri yüksek sesle savunan vicdanlı bir devlet adamı, diğer yandan kurumsal diplomasi kanallarını işleterek ve aynı anda liderler düzeyinde alınan inisiyatifler ile hızlı ve etkili sonuçlar elde eden bir lider.

Erdoğan’ın liderliğinin ayırt edici yanı, söylediğini yapabileceğinin tüm dünya tarafından bilinmesi, verdiği sözün arkasında durmasıdır.

Yani yıllarca herkesin gözlerinin içine baka baka “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün “ derken sadece konuşmadığını, yeni bir vizyon getirdiğini ve aynı zamanda bu vizyonu somut adımlarla destekleyeceğini aklı başında olan tüm devlet başkanları, tüm siyasetçiler bilmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği dünyanın bu kaotik sürecinde belirleyici bir unsur olacaktır.

Çünkü O, diplomasiyi yalnızca protokol diliyle değil, sahadaki gerçekliklerle bütünleştirerek kullanmaktadır.

Ve artık dünya şunu açıkça kabul etmek zorundadır:

Türkiye, vicdanıyla yoğurduğu politikalarını dünyaya kabul ettiren, masada ve sahada eş zamanlı olarak varlık gösteren, her sözünün ve her hamlesinin karşılığı olan bir küresel lider devlettir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberege.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.