Ali Onar
Köşe Yazarı
Ali Onar
 

Biz mi Yanlış Anlıyoruz, Yoksa Fazla mı Özgürüz

Türkiye’nin siyasal, sosyal ve kültürel tartışmalarında son yıllarda en çok istismar edilen kavramlardan biri kuşkusuz “özgürlük”.  Bu kelime, bir yandan demokrasinin temel direği,  Öte yandan ise sorumsuzluğun, hoyratlığın, toplumsal değerleri hiçe saymanın bahanesi haline getirildi.  Oysa özgürlük, hiçbir zaman sınırsız bir keyfiyet, yazılı ve yazılı olmayan bütün kuralları yok sayma hakkı değildir.  Tam aksine hukukla, ahlakla, toplumsal düzenle iç içe bir değerdir, özgürlük.  İşte Türkiye’deki temel sorun da burada ortaya çıkıyor:  Dilediğini yapmak, İstediğini söylemek…   Türkiye’de özellikle son yıllarda Avrupa ve Amerika örnek gösterilerek pompalanan bir özgürlük kavramı var. “İstediğim yerde istediğim gibi giyinirim”,  “İstediğim yerde istediğim gibi davranırım, konuşurum”,  “İstediğim gibi yaşarım” şeklinde daraltılmış, sorgulandığında sosyal medyada infaz edildiğiniz bir slogana indirgenmiş durumda özgürlük.  Oysa hukuken en basit tanımıyla Özgürlük, kişinin başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden, hukuk düzeninin izin verdiği her şeyi yapabilme yetkisidir.  Montesquieu’nün ünlü sözüyle de; “Özgürlük, kanunların izin verdiği her şeyi yapabilme hakkıdır.” Yani Özgürlük, başkasının hakkına, toplumun düzenine ve kamu menfaatine çarptığı yerde biter.   Yani kanunların sınırını çizmediği, toplumun görgü ve adabının yasaklamadığı bir davranış özgür olabilir.  Onun ötesi keyfilik,zorbalık,eşkiyalıktır.   Bugün Türkiye’de ise tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız.  “Özgürlük” adı altında, hiçbir demokratik ülkede kabul edilmeyecek hareketler, sözler ve teşhirler normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin geçtiğimiz hafta Esenyurt’ta bir kişi, yalnızca boxer şortuyla balkonuna çıktığı için linç edilmek istendi.  Bu durum ne kadar ahlaka aykırı, balkona yarı çıplak çıkan adam ne kadar özgür değilse ise aynı şekilde kadınların da sokakta iç çamaşırlarıyla, vücudunu teşhir eden kıyafatlerle dolaşması, bikini ile markete gelmesi , kamuya açık alanlarda yarı çıplak gezmesi “özgürlük” değildir.   Türk Ceza Kanunu’nda “teşhircilik” suçtur ve cezası vardır.  Bu kavram, yalnızca açık cinsel davranışları değil, toplumun genel ahlakına aykırı, çıplaklıkla aleniyet kazanan her türlü hareketi kapsar.  Yani özgürlüğün sınırları, hukuk tarafından net bir şekilde çizilmiştir.   Batı’yı örnek gösteren çevrelere de onları üzecek bir çift sözüm var.  Avrupa ve Amerika’da özgürlük kavramı topluma pompalandığı gibi sınırsız değildir.   Almanya’da kamuya açık alanlarda çıplak dolaşmak, kamu düzenini bozma suçu kapsamında cezalandırılır. Fransa’da ve Avrupa’nın pek çok turistik şehrinde plaj dışında bikiniyle şehir merkezinde dolaşmak para cezasına tabidir. ABD’de eyaletten eyalete değişse de, kamusal çıplaklık çoğu yerde yasaklanmıştır. Örneğin Texas ve Florida’da teşhircilik suçlarına sert cezalar öngörülmüştür.   Yani “Batı’da herkes istediğini yapabiliyor, biz geri kalmışız, bizim hayatımıza müdahele ediliyor” klişesi külliyen ve kesinlikle yanlıştır.  Tam tersine Batı’da özgürlük, kamu düzeni ve toplumun değerleriyle sıkı sıkıya dengelenmiştir.  Özgürlüğün yanlış anlaşılmasının en vahim tezahürlerinden birini de siyasetçilerle yargı arasındaki ilişkilerde yaşandığını görüyoruz. Bir duruşma salonunu basan milletvekilleri, hâkimlere hakaret edebiliyor; savcıları alenen tehdit edebiliyor.  Dahası, sosyal medyada, miting meydanlarında yargı mensuplarını,savcıları “açık hedef” haline getirmek adeta sıradan bir davranış gibi görülüyor. “Siyasi özgürlük-dokunulmazlık” adı altında her türlü hakaret, tehdit, hatta yargıya yönelik organize kampanyalar “demokrasi” ve “ifade özgürlüğü” olarak topluma sunuluyor.  Oysa bu, demokrasinin değil, düzensizliğin,kaosun ta kendisidir. Almanya’da bir siyasetçi, hâkime alenen hakaret etse anında dokunulmazlığı kaldırılır ve yargılanır.  ABD’de bir savcıya tehdit yönelten politikacı, federal savcıların kıskacına girer ve siyasi hayatı biter. Yani yine Batı örneği veremez kimse. Netice itibariyle hak ve özgürlükler, başkalarının haklarıyla dengelenmezse o toplumda karmaşa olur, anarşi olur.  Türkiye’de insanların özgürlüğü, başkalarının haklarını ezme, toplumsal değerleri yok sayma, devleti hedef alma serbestisine dönüşmüş durumda.    Oysa gerçekte olması gereken şey, hukukla ve kamu düzeniyle sınırlanmış, insan onurunu koruyan ama toplumsal değerleri de çiğnemeyen bir özgürlük anlayışıdır.   Şimdi tüm yazdıklarımdan sonra sizlere soruyorum; Biz mi özgürlüğü yanlış anlıyoruz, yoksa bu ülkede gerçekten fazla mı özgürlük var?
Ekleme Tarihi: 02 Eylül 2025 -Salı

Biz mi Yanlış Anlıyoruz, Yoksa Fazla mı Özgürüz

Türkiye’nin siyasal, sosyal ve kültürel tartışmalarında son yıllarda en çok istismar edilen kavramlardan biri kuşkusuz “özgürlük”. 

Bu kelime, bir yandan demokrasinin temel direği, 

Öte yandan ise sorumsuzluğun, hoyratlığın, toplumsal değerleri hiçe saymanın bahanesi haline getirildi. 

Oysa özgürlük, hiçbir zaman sınırsız bir keyfiyet, yazılı ve yazılı olmayan bütün kuralları yok sayma hakkı değildir. 

Tam aksine hukukla, ahlakla, toplumsal düzenle iç içe bir değerdir, özgürlük. 

İşte Türkiye’deki temel sorun da burada ortaya çıkıyor: 

Dilediğini yapmak,

İstediğini söylemek…

 

Türkiye’de özellikle son yıllarda Avrupa ve Amerika örnek gösterilerek pompalanan bir özgürlük kavramı var.

“İstediğim yerde istediğim gibi giyinirim”, 

“İstediğim yerde istediğim gibi davranırım, konuşurum”, 

“İstediğim gibi yaşarım” şeklinde daraltılmış, sorgulandığında sosyal medyada infaz edildiğiniz bir slogana indirgenmiş durumda özgürlük. 

Oysa hukuken en basit tanımıyla Özgürlük, kişinin başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden, hukuk düzeninin izin verdiği her şeyi yapabilme yetkisidir. 

Montesquieu’nün ünlü sözüyle de; “Özgürlük, kanunların izin verdiği her şeyi yapabilme hakkıdır.”

Yani Özgürlük, başkasının hakkına, toplumun düzenine ve kamu menfaatine çarptığı yerde biter.

 

Yani kanunların sınırını çizmediği, toplumun görgü ve adabının yasaklamadığı bir davranış özgür olabilir. 

Onun ötesi keyfilik,zorbalık,eşkiyalıktır.

 

Bugün Türkiye’de ise tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız. 

“Özgürlük” adı altında, hiçbir demokratik ülkede kabul edilmeyecek hareketler, sözler ve teşhirler normalleştirilmeye çalışılmaktadır.

Örneğin geçtiğimiz hafta Esenyurt’ta bir kişi, yalnızca boxer şortuyla balkonuna çıktığı için linç edilmek istendi. 

Bu durum ne kadar ahlaka aykırı, balkona yarı çıplak çıkan adam ne kadar özgür değilse ise aynı şekilde kadınların da sokakta iç çamaşırlarıyla, vücudunu teşhir eden kıyafatlerle dolaşması, bikini ile markete gelmesi , kamuya açık alanlarda yarı çıplak gezmesi “özgürlük” değildir.

 

Türk Ceza Kanunu’nda “teşhircilik” suçtur ve cezası vardır. 

Bu kavram, yalnızca açık cinsel davranışları değil, toplumun genel ahlakına aykırı, çıplaklıkla aleniyet kazanan her türlü hareketi kapsar. 

Yani özgürlüğün sınırları, hukuk tarafından net bir şekilde çizilmiştir.

 

Batı’yı örnek gösteren çevrelere de onları üzecek bir çift sözüm var. 

Avrupa ve Amerika’da özgürlük kavramı topluma pompalandığı gibi sınırsız değildir.

 

Almanya’da kamuya açık alanlarda çıplak dolaşmak, kamu düzenini bozma suçu kapsamında cezalandırılır.

Fransa’da ve Avrupa’nın pek çok turistik şehrinde plaj dışında bikiniyle şehir merkezinde dolaşmak para cezasına tabidir.

ABD’de eyaletten eyalete değişse de, kamusal çıplaklık çoğu yerde yasaklanmıştır. Örneğin Texas ve Florida’da teşhircilik suçlarına sert cezalar öngörülmüştür.

 

Yani “Batı’da herkes istediğini yapabiliyor, biz geri kalmışız, bizim hayatımıza müdahele ediliyor” klişesi külliyen ve kesinlikle yanlıştır. 

Tam tersine Batı’da özgürlük, kamu düzeni ve toplumun değerleriyle sıkı sıkıya dengelenmiştir. 

Özgürlüğün yanlış anlaşılmasının en vahim tezahürlerinden birini de siyasetçilerle yargı arasındaki ilişkilerde yaşandığını görüyoruz.

Bir duruşma salonunu basan milletvekilleri, hâkimlere hakaret edebiliyor; savcıları alenen tehdit edebiliyor. 

Dahası, sosyal medyada, miting meydanlarında yargı mensuplarını,savcıları “açık hedef” haline getirmek adeta sıradan bir davranış gibi görülüyor.

“Siyasi özgürlük-dokunulmazlık” adı altında her türlü hakaret, tehdit, hatta yargıya yönelik organize kampanyalar “demokrasi” ve “ifade özgürlüğü” olarak topluma sunuluyor. 

Oysa bu, demokrasinin değil, düzensizliğin,kaosun ta kendisidir.

Almanya’da bir siyasetçi, hâkime alenen hakaret etse anında dokunulmazlığı kaldırılır ve yargılanır. 

ABD’de bir savcıya tehdit yönelten politikacı, federal savcıların kıskacına girer ve siyasi hayatı biter.

Yani yine Batı örneği veremez kimse.

Netice itibariyle hak ve özgürlükler, başkalarının haklarıyla dengelenmezse o toplumda karmaşa olur, anarşi olur. 

Türkiye’de insanların özgürlüğü, başkalarının haklarını ezme, toplumsal değerleri yok sayma, devleti hedef alma serbestisine dönüşmüş durumda. 

 

Oysa gerçekte olması gereken şey, hukukla ve kamu düzeniyle sınırlanmış, insan onurunu koruyan ama toplumsal değerleri de çiğnemeyen bir özgürlük anlayışıdır.

 

Şimdi tüm yazdıklarımdan sonra sizlere soruyorum;

Biz mi özgürlüğü yanlış anlıyoruz, yoksa bu ülkede gerçekten fazla mı özgürlük var?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberege.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.