Birleşmiş Milletler ’in (BM) “Dünyadaki Kuraklık Noktaları 2023-2025” raporu, Türkiye için aslında bir uyarıdan öte, net bir gerçekliği ortaya koyuyor

Türkiye’nin %88’i çölleşme riski altında; su kaynaklarımız hızla tükeniyor, tarımda, sanayide ve en önemlisi evlerimizde kullandığımız su bile artık kritik bir kıtlık tehdidiyle karşı karşıya. Daha da çarpıcısı, Türkiye çok yakın bir gelecekte “su fakiri” ülkelerden biri haline gelebilir.
Bu durum; şehirlerde musluktan akan sudan tutun, tarlada ekin sulamasına, sanayinin çarklarına kadar hayatın her alanını derinden etkileyecek bir kriz demek. Gelin detaylara daha yakından bakalım:
Kuraklık artık uzak bir ihtimal değil, içimizde yaşanan bir gerçek
BM raporuna göre Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz havzası, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerden biri. 1950’lerden beri kurak dönemlerin hem sıklığı hem de şiddeti artıyor. 2050’ye kadar sıcaklıkların 2-3 derece, 2100’e kadar ise 3-5 derece yükselmesi bekleniyor. Bu ısınma, zaten kısıtlı olan su kaynaklarımızı daha da azaltacak.
Raporda özellikle Türkiye’nin güney kesimleri, Sicilya, Kıbrıs, Fas ve İspanya’nın güneyi gibi bölgelerin çölleşmeye en açık alanlar arasında olduğu belirtiliyor. Yani, Akdeniz’in doğal olarak sıcak ve kurak yazları bile artık “normal” kabul edilemeyecek; çok daha uzun ve şiddetli kuraklıklar bekleniyor.
Türkiye neden bu kadar kırılgan?
Türkiye, yarı kurak iklim kuşağında yer alıyor ve topraklarının büyük bir bölümü arazi bozulmasına açık. Üstelik hızla artan nüfus ve kontrolsüz şehirleşme, su kaynakları üzerindeki baskıyı artırıyor.
OECD verilerine göre, 2019 itibarıyla Türkiye zaten “su stresi” altındaki ülkeler arasında sayılıyor. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir tatlı su miktarı yaklaşık 1350 metreküp. Bu miktar, 2030’a kadar 1000 metreküp civarına düşerse, Türkiye resmi olarak “su fakiri” ülke statüsüne girecek.
Su zengini ülkelerde bu rakam 10 bin metreküpler seviyesindeyken, Türkiye’de çok daha düşük. Bu sadece rakam değil; gündelik hayatımızda musluktan akan sudan tutun, tarımda sulamaya, sanayide üretime kadar her şeyi tehdit eden bir gerçek.
Yeraltı suları tükeniyor: Konya’dan Tekirdağ’a çığ gibi büyüyen sorun
Kuraklık yalnızca yağış miktarının azalması demek değil; yeraltı su kaynaklarımız da alarm veriyor. Örneğin Konya’da her yıl yeraltı suyu seviyesi yaklaşık 2 metre azalıyor. Sadece Konya değil; Ankara, Aksaray, Eskişehir, Karaman, Nevşehir, Niğde ve Sakarya da benzer şekilde su kaybı yaşıyor.
Bu hızlı çekilmenin sonucu olarak Konya Ovası’nda ve diğer illerde 1000’den fazla obruk oluştu. Yani toprağımız da adeta içten içe çöküyor. Bunun temel sebebi ise kontrolsüz ve yoğun tarımsal sulama ile yağış eksikliği.
Hane halkı su tüketimi: Gözden kaçan büyük pay
Türkiye’de suyun yaklaşık %75’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Ancak hane halkı su tüketimi de küçümsenmeyecek kadar büyük ve giderek artıyor. Özellikle büyük şehirlerde hızla artan nüfus ve modern yaşam biçimi, kişi başına günlük su kullanımını yükseltiyor.
Kentlerde yaşayan milyonlarca insan olarak; musluklardan akıttığımız su, bahçe sulaması, araba yıkama, duş sürelerinin uzunluğu gibi basit görünen alışkanlıklarımız aslında toplam su tüketimini ciddi biçimde etkiliyor.
Türkiye’de ortalama kişi başına günlük su kullanımı yaklaşık 220-250 litre civarında. Bu miktar Avrupa ortalamasına yakın olsa da Türkiye’nin su kaynakları Avrupa’daki kadar bol değil. Yani aynı miktarda suyu tüketmek, bizde çok daha büyük bir çevresel yük yaratıyor.
Kuraklık ve şehirleşme baskısı: Çiftçiyi, sanayiyi ve evimizi vuruyor
Rapora göre, Türkiye’de 2024 yılında tarımsal üretim %5 oranında düştü. Çiftçiler gece sulaması, damla sulama ve yağmur suyu hasadı gibi yöntemlerle su tasarrufu yapmaya çalışsa da kuraklık o kadar şiddetli ki yetmiyor.
Kentleşmenin getirdiği betonlaşma, toprağın su tutma kapasitesini de azaltıyor. Yani sadece tarım değil; şehirlerde de altyapı ve yaşam kalitesi riske giriyor. Sanayi için gereken suyun bulunamaması, ekonomik üretimi de doğrudan etkileyebilir.
BM’nin uyarısı net: Gelecekte daha ağır krizler kapıda
Raporda, Türkiye’nin su stresi, tarımsal kırılganlık, yeraltı su kaynaklarının tükenmesi ve kentleşme baskıları nedeniyle daha ağır krizlerle karşı karşıya kalabileceği vurgulanıyor.
Avrupa Kuraklık Gözlemevi’nin verileri de bu tabloyu doğruluyor: Türkiye’nin büyük bölümü “uyarı” seviyesinde kuraklık yaşarken, bazı bölgeler “alarm” seviyesine ulaşmış durumda. Yani kuraklık sadece topraktaki nemi değil; bitkileri, mahsulleri ve nihayetinde soframıza gelen gıdayı da etkiliyor.
Ne yapmalı?
Su krizi kader değil; doğru ve sürdürülebilir adımlarla hafifletilebilir:
*Tarımda modern sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması
*Yağmur suyu toplama ve gri su kullanımı projelerinin desteklenmesi
*Yeraltı ve yüzey sularının bilinçli ve kontrollü kullanılması
*Şehirlerde hane halkının su tasarrufu alışkanlıklarının yaygınlaştırılması
*İklim değişikliğine uyum politikalarının tavizsiz uygulanması
Son söz: Su krizi hayatımızın ta kendisi
Artık mesele sadece barajlarda su olup olmadığı değil; musluktan akan su, pazardan aldığımız sebze, marketteki ekmek fiyatı ve hatta gelecekte nefes aldığımız hava bile bu krizden etkileniyor.
Türkiye’nin dört bir yanında yaşayan her birimiz; daha bilinçli su kullanarak, toprağa ve doğaya daha saygılı davranarak bu gidişatı yavaşlatabiliriz. Ama bunun için hem toplumsal hem de devlet düzeyinde güçlü, kararlı ve uzun vadeli adımlar şart.
Çünkü su, sadece bir doğal kaynak değil; yaşamın ta kendisi.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]