Türkiye’de tarım sektörü, 2025 yazına girerken hem üretici hem de tüketici açısından derin bir çıkmazı gözler önüne seriyor.
Bir yanda tarlada ürününü yok pahasına satan çiftçi, diğer yanda pazarda ve markette hâlâ pahalı meyve-sebze almak zorunda kalan tüketici… Bu paradoks, sadece mevsimsel dalgalanmalar ya da rastlantısal fiyat hareketleriyle açıklanamayacak kadar derin bir yapısal soruna işaret ediyor.
İklim felaketlerinin etkisi: Don felaketi ve sonuçları
Nisan ayında yaşanan zirai don felaketi, özellikle kayısı, kiraz, erik ve narenciye gibi ürünlerde rekoltenin düşmesine yol açtı. Antalya Hali verilerine göre bu ürünlerde geçen yıla göre yüzde 100’den yüzde 445’e kadar varan fiyat artışları görüldü.
Bu tablo, iklim değişikliğinin tarım üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı biçimde gösteriyor: Son yıllarda don, dolu, kuraklık ve aşırı sıcaklık gibi ekstrem iklim olayları giderek sıklaşıyor ve tarımın geleceğini tehdit ediyor.
Ne yazık ki Türkiye’de tarım sigortası ve doğal afetlere karşı önlem sistemleri henüz yeterince yaygın değil. Tarımda sigortalılık oranı düşük, üretici bu tür felaketler karşısında büyük ölçüde çaresiz kalıyor.
Tarlada değer bulmayan ürün: Domates, karpuz ve patates
Bir diğer çelişki ise aşırı arz kaynaklı fiyat çöküşü:
Karpuz tarlada 1 TL’ye,
Domates 3 TL’ye kadar gerilemiş durumda.
Patates ve soğanda da benzer şekilde yüksek rekolte ve zayıf iç talep nedeniyle fiyatlar düştü.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği verileri, üretici ile market arasındaki fiyat farkını gözler önüne seriyor:
Karpuzda yüzde 600
Kuru soğanda yüzde 284
Domateste yüzde 208
Bu oranlar; üretici ile tüketici arasındaki zincirdeki aksaklıkları, yüksek lojistik maliyetlerini ve aracılık sisteminin sorunlarını açıkça ortaya koyuyor.
Üretici kazanamıyor; neden?
Antakya Ziraat Odası Başkanı Mehmet Muzaffer Okay’ın da dediği gibi:
“Bir dönüm domates üretmenin maliyeti 30 bin TL. Çiftçi ürünü tarlada bırakamıyor; çünkü onu sürmek bile maliyetli.”
Mazot, gübre, ilaç ve sulama gibi girdi maliyetleri son yıllarda enflasyonun çok üzerinde arttı. Üretici sattığı ürünün parasını maliyetine bile yetiştiremiyor. Üstelik plansız üretim ve ihracat pazarlarındaki sorunlar nedeniyle ürün tarlada kalıyor.
Bu tablo, çiftçiyi borç sarmalına itiyor ve üretimden soğutuyor. Gerçekten de köylerde ve tarım bölgelerinde giderek daha fazla üreticinin üretimden çekildiği, tarımı terk ettiği görülüyor.
Tüketiciye neden yansımıyor?
Tarlada fiyat düşse de markette neden hâlâ pahalı?
Bunun birkaç temel nedeni var:
Ürün tarladan markete gelene kadar çok sayıda aracıdan geçiyor.
Depolama, nakliye, paketleme ve perakende kâr marjları ekleniyor.
Soğuk zincir ve lojistik altyapısı yetersiz olduğu için ürün kayıpları yaşanıyor; bu da fiyatı yukarı çekiyor.
Enflasyonist ortamda kira, enerji ve personel maliyetleri de fiyatları artırıyor.
Sonuç: Üretici zarar ederken, tüketici de ucuz meyve-sebze yiyemiyor.
İhracat şansı düşük: Neden önemli?
Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru’nun da dikkat çektiği gibi, Türkiye’de bazı ürünlerde üretim fazla olsa da ihracat talebi yetersiz.
Karpuz ve domates gibi ürünlerde ihracat pazarı sınırlı.
İhracat prosedürleri karmaşık ve maliyetli.
Dış pazarlarda fiyat ve kalite rekabeti zorlaşıyor.
Bu durum, çiftçinin ürününü iç pazarda daha düşük fiyata satmak zorunda kalmasına yol açıyor.
Antalya Hali’nde fiyatların dalgalanması: Sistemik bir sonuç
Don felaketiyle rekoltesi düşen ürünlerde (kayısı, kiraz, erik) yüzde 100-445 arası fiyat artışı.
Rekoltesi yüksek ama talebi zayıf ürünlerde (soğan, patates, salatalık, karpuz) yüzde 11-61 arasında fiyat düşüşü.
Bu tablo, Türkiye’de tarımda üretim planlamasının olmadığını gösteriyor. Hangi üründen ne kadar ekileceği bilimsel ve bölgesel verilere dayalı planlanmadığı için bazı ürünler tarlada kalırken, bazıları bulunmaz hale geliyor.
Daha derin bir sorun: Tarım neden “veba” gibi görülüyor?
Çiftçilik Türkiye’de giderek daha az tercih edilen bir meslek haline geldi:
Girdi maliyetleri yüksek, gelir düşük.
Doğal afet riski büyük.
Çiftçi borçlu; üretimle kazanamayacağını bildiği için üretimden çekiliyor.
Bu durum, tarımda yaşlanan nüfus sorununu da derinleştiriyor. Tarımı terk eden gençlerin yerine yeni üretici gelmiyor; köylerde yaş ortalaması yükseliyor.
Çözüm ne olabilir?
Bu tabloyu sadece fiyat tartışmasıyla çözmek mümkün değil. Yapılması gerekenler çok daha köklü:
Üretim planlaması: Hangi bölgede hangi ürün, ne kadar ekilecek; bilimsel ve piyasa verilerine göre planlanmalı.
Kooperatifleşme ve üretici birlikleri: Üreticiler birlikte hareket ederek pazarlık gücünü artırmalı, aracılık zincirini kısaltmalı.
Lojistik ve soğuk zincir altyapısı: Ürün kayıpları azaltılarak verimlilik yükselmeli.
Girdi maliyetlerinin kontrolü: Mazot, gübre ve ilaç destekleri üreticinin gerçek ihtiyacına göre yeniden düzenlenmeli.
İklim riskine karşı sigorta: TARSİM gibi tarım sigortalarının kapsama oranı artırılmalı, çiftçi iklim felaketlerine karşı korunmalı.
İhracat pazarlarının güçlendirilmesi: Mevcut pazarlara yeni pazarlar eklenmeli, lojistik ve standartlar geliştirilerek ihracat artırılmalı.
Son söz: Markette zam, tarlada isyan
Bugün hem çiftçi hem de tüketici mutsuz. Üretici, emeğinin karşılığını alamıyor; tüketici ise hâlâ yüksek fiyat ödüyor. Bu, sadece bir yılın değil, uzun yılların biriktirdiği plansızlık, altyapı eksikliği ve Yapısal sorunların sonucu.
Çözüm, günübirlik politikalar yerine; tarımda uzun vadeli, veriye dayalı, üreticiyi güçlendiren, tüketiciyi koruyan kapsamlı bir stratejiyle mümkün olabilir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]