Hukuk, toplumsal düzenin sağlanmasına yönelik olarak, dinamik ve değişime açık bir karakter taşır.
Bu bağlamda, hukukun en belirgin özelliği, zamanın ruhuna ve toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenebilme kapasitesidir.
Hukuki normların, toplumsal gerçeklikten soyutlanarak varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir; zira hukuk, toplumu düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda onun bir yansımasıdır.
Hukuk, zaman içerisinde ekonomik, kültürel, teknolojik ve siyasal alanlarda gerçekleşen değişimlere ayak uydurmak zorundadır.
Aksi takdirde yani hukukun, bu değişiklikleri dikkate almaksızın statik bir biçimde korunması, normatif düzenin meşruiyetini zedeleyebilir.
Bu nedenle hukuk, değişen toplumsal talepleri karşılayacak şekilde revize edilmeli; normatif çerçeve, güncel gerekliliklerle uyumlu hale getirilmeli, hukuk yaşayan bir organizma olarak değişime direnen değil, değişimi yöneten ve anlamlandıran bir mekanizma olarak varlığını sürdürmelidir.
Bunları, aslında uzun süredir çürümüşlüğü herkesçe bilinen ve artık kokusuna tahammül edilemez hale gelen belediyelerin ihtiyaç duyduğu yasal değişiklik ihtiyacı nedeniyle yazıyorum.
Son dönemlerde belediyelerde yaşanan tablonun sadece ahlaki ya da siyasi bir problem olmadığını aynı zamanda yapısal, hukuki ve sistemsel bir zaafın da var olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Bu nedenle belediyelerdeki çürümenin,kokuşmuşluğun önüne geçilmesi yeni yasal düzenlemelerin yapılmasının zaruri olduğunu değerlendiriyorum.
Çünkü 5393 sayılı Belediye Kanunu, belediye başkanına geniş yetkiler tanımakta, ancak bu yetkilerin kötüye kullanımına karşı caydırıcı bir iç denetim veya dış denetim mekanizması öngörmemektir.
Sayıştay denetimi sadece yılda bir kez yapılmakta, birçok belediye şirketi ise bu denetime dâhil edilmemektedir. Bu denetimin kağıt üzerinde kaldığını da söylemem gerekir.
Belediyelere ait iştirak şirketleri (örneğin İSPARK, İZELMAN, BELTAŞ gibi) üzerinde kamuoyu denetimi ve şeffaflık neredeyse sıfır düzeyindedir.
Belediye şirketleri, halka daha verimli ve hızlı hizmet götürmek amacıyla kurulmuştu. Ancak zamanla bu amaçtan uzaklaştı; kamu görevi yapan ancak özel şirket gibi işleyen garip bir yapıya dönüştüler.
Sermayesinin %50’sinden fazlası belediyeye ait olan bu şirketler, Türk Ticaret Kanunu’na göre özel hukuk hükümlerine tâbi.
Yani kamunun malı, özel hukuk perdesi arkasına gizlenerek kullanılıyor. Gri bir kamu oluşmuş durumda.
Bu durum, özellikle günümüzde yürütülen soruşturmalarda yolsuzlukların kolayca üstünün örtülmesine, hesap vermekten kaçınılmasına ve en nihayetinde soruşturma açıldığında da doğrudan “milletin oyları ile seçilmiş belediye başkanına siyasi kumpas” diyerek yargıyı itibarsızlaştırmaya kadar varan bir sürece yol açmaktadır.
İsimler de makamlarda geçicidir. Önemli olan millete ait olanın millete verilmesidir.
Milletin emanetiyle oynayanlara geçit vermeyen, partisine bakmaksızın yolsuzlukla mücadele eden, şeffaf,denetlenebilen,hesap verilebilen bir yerel yönetim düzeni kurmak zorundayız.
Bu nedenlerle öncelikle ve ivedilikle kapsamlı bir Belediye Reformu yapılmalıdır.
Unutmayalım ki, şeffaf olmayan hiçbir yapı kalıcı olamaz.
Milletin sırtına yük bindiren her sistem, er ya da geç çöker.