Ülke ve dünya gündemi o kadar yoğun ki Mayıs ayı başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Enerji arz güvenliği her devlet için bir beka meselesine dönüşmüştür” uyarıları sanki gözden kaçtı.
Bu cümle, sadece enerjiye dair basit bir uyarı değil Türkiye Yüzyılı hedeflerinde enerjinin doğrudan ulusal güvenlik stratejisinin merkezinde yer alacağının göstergesiydi bence.
Bor, nikel, lityum, nadir toprak elementleri…
Bugüne dek dünyaya sessizce sunduğumuz bu zenginlikler, artık küresel oyunun ana aktörü ve savaşların temel nedeni oldu.
Bununla birlikte artık dünyada, zenginliği olanın değil; bu zenginliği işleyebilen, sahip çıkan ve bunu akılla yöneten devletlerin sözü geçecektir.
Bakınız, dünyada esas savaşlar artık cephelerde değil; rezervlerde, maden sahalarında ve rafineri lisanslarında yaşanıyor.
Avrupa Birliği, kritik ham maddeler yasası çıkarıyor.
ABD, CHIPS Act gibi dev yatırımlarla kendi arz zincirini kurmaya çalışıyor.
Çin, yıllardır süregelen planlı politikasıyla dünya lityum ve nadir toprak elementleri piyasasının yarısından fazlasını kontrol ediyor.
Peki durum ne bizde?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarının satır aralarından da kararlı, akılcı ve millî bir madencilik ve enerji stratejisine devam edileceği rahatlıkla anlaşılıyor.
Dedim ya bu konuşmalar basit uyarılar,klasik konuşmalar asla olmadı.
Zira bu sürecin mayası, yıllar önce atıldı.
Hep yazdım, yazmaya da devam edeceğim, Berat Albayrak’ın alışılmışın dışında adımlar atarak başlattığı devletin enerji ve maden politikaları, klasik bürokratik ezberlerden çıkarılarak bir stratejik güvenlik perspektifiyle yeniden yazıldı.
O günlerde yapılanları kimileri anlamadı,kimileri anlamamak için direndi. Ama atılan tohumlar bugün meyve vermeye başladı.
“Dünyada bor rezervinin %70’ı Türkiye’de” klasik cümlelerinden artık boru sadece çıkaran değil, işleyen teknolojik oyuncu Türkiye...
Biliyor musunuz Bor karbür, savunma sanayii başta olmak üzere zırh üretiminden nükleer enerjiye kadar pek çok alanda kullanılıyor. Yani artık bor satmak değil, borla güç üretmek dönemindeyiz.
Keza artık Lityumu ithal eden değil, atıktan üreten,madenlerini yabancıya kaptıran değil, kendi eliyle kaderini şekillendiren bir ülke olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Bu çalışmaların arka planında, enerji ve maden politikalarını sadece ekonomik değil, jeopolitik bir bağımsızlık meselesi olarak gören bir akıl vardı.
Milli enerji stratejisiyle atılan bu adımlar sayesinde artık Türkiye, sadece jeopolitik değil jeojeolojik güç merkezi olma yolunda.
Bugün enerji,kritik mineraller,maden deyince sadece zenginlik değil, güç ve bağımsızlık konuşuluyor. Türkiye, bu bilinçle hareket etti,etmeye devam ediyor.
Belki o gün atılan adımlar anında anlaşılmadı, belki yeterince takdir edilmedi.
Ama bugün görüyoruz ki, o stratejik sezgi ve kararlılık olmasaydı, bu vizyon da bu tempo da mümkün olmazdı.
Bu nedenle o günlerde bu iradeyi ortaya koyanlara samimi bir teşekkür boynumuzun borcu...