Hayat, inişleri ve çıkışlarıyla dolu bir yolculuk. Bu yolculukta karşımıza çıkan engeller, çoğu zaman içimizde beliren bir duyguyla, korkuyla kendini gösterir.
Bilinmeyene duyulan endişe, başarısızlık kaygısı, reddedilme korkusu… Hepsi adımlarımızı yavaşlatır, bizi konfor alanımıza hapseder. Peki, bu durumda cesaret nerede durur?
Cesaret, korkunun yokluğu değildir. Aksine, korkunun varlığına rağmen harekete geçebilmektir. Bir uçurumun kenarında durup geriye çekilmek içgüdüseldir. Ancak o uçurumun ötesinde bambaşka bir manzara olduğuna inanıp adımı atmaktır cesaret. Başarısız olma ihtimali yüksek olsa da, hayallerinin peşinden gitmektir. Eleştirilme riskine rağmen, inandığını savunmaktır.
Tarih, korkularına rağmen büyük işler başarmış cesur insanlarla doludur. Bilinmeyene yelken açan kaşifler, haksızlığa karşı duran aktivistler, imkansızı başaran mucitler… Onları diğerlerinden ayıran, korkuyu inkâr etmek değil, onu bir engel olarak görmeyip üzerine yürümektir.
Günlük hayatımızda da sayısız cesaret örneğiyle karşılaşırız. Utangaç birinin topluluk önünde konuşması, yeni bir işe başlarken hissedilen belirsizliğe rağmen adım atmak, zor bir ilişkiyi sonlandırma kararlılığı… Bunların hepsi, içsel bir korkuya rağmen gösterilen direncin yansımalarıdır.
Unutmamalıyız ki cesaret doğuştan gelen bir özellik değildir. Tıpkı bir kas gibi, zamanla ve tekrarla güçlenir. Küçük adımlarla başlar, zamanla daha büyük zorlukların üstesinden gelme yeteneği kazanırız. Her bir korkunun üzerine gitmek, içimizdeki cesaret tohumlarını sular ve onların filizlenmesini sağlar.
Hayatın sunduğu zorluklar karşısında yılmak yerine, içimizdeki o kıvılcımı, cesareti hatırlayalım. Korku olacaktır, bu doğaldır. Ancak önemli olan, korkuya teslim olmak yerine, ona rağmen ilerlemeye devam etmektir. Çünkü gerçek zafer, korkuyu yenmek değil, ona rağmen yürümeye devam etme iradesini göstermektir. Cesaret, işte tam da budur: Korkuya direnmek ve hayallerimizin peşinden gitmektir.