Serdar Karlıova
Köşe Yazarı
Serdar Karlıova
 

Bir Gönül Bilgesi’nin Belgesi: Ercan Doğu Geçti Bu Dünyadan…

Bazen insanın hayatına öyle biri girer ki, ne bir randevuyla gelir ne bir hazırlıkla… Kapıyı çalmaz, izin istemez; gelir, oturur, içindeki en sessiz köşeye sanki hep oraya aitmiş gibi yerleşir. Ercan Abi işte benim için tam da böyle biriydi.        Bugün yeni yayın dönemine başlarken, stüdyonun ışıkları yanmadan önce onun şapkasını elime aldım, şöyle bir baktım… Ve içimden bir ses “Onsuz başlama” dedi. Öyle de yapmadım. Çünkü bazı insanlar, ölümden sonra bile bir sandalye bırakır yanımızda; boşluğu bile konuşur, öğüt verir, yol gösterir.       Ercan Abi ile tanışmamız tam anlamıyla “kaderin küçük bir cilvesi”ydi. İki yıl önce, Ege TV’ye bir görüşme için gitmiştik Miyase ile. Lobide bekliyoruz… Hami dostum toplantıda. O anın hiçbir özel tarafı yoktu “ya da öyle sanıyorduk”... Ta ki; Ercan Doğu içeri girene kadar. Onu görünce önce “Kim acaba?” dedik kendi kendimize. Herhâlde o da bizi tanımadı. Ama tanımasa bile insanı tanıyormuş gibi konuşan, yakınlaştıran, güven veren bir hâli vardı. Daha ilk dakikada öyle bir samimiyet doğdu ki, sanki yıllardır aynı masada birlikte çalışıyormuşuz gibi…     Şakalaştık, güldük, o kendine has, hafif alaycı ama asla kırmayan esprilerinden birkaç tane patlattı, biz de gülmekten kendimizi alamadık. Görüşmeye gittiğimi unutacak kadar kaptırdım kendimi sohbete. Eğer o an biri “Hadi görüşmeye gir” dese büyük ihtimalle “Durun, Ercan Abi bir şey anlatıyor” derdim. Öyle bir çekiciliği vardı; sakin, bilge, derin ama bir o kadar mütevazı bir adamdı.      Sonradan öğrendim ki bizim o beklediğimiz odada, benim alınmam için görüşmeler yapılıyormuş. Yönetim kurulunda da varmış kendisi… Bir bakmış, “Tamam” demiş. O “tamam”ı öyle gönülden, öyle geniş bir yerdenmiş ki, çalışma arkadaşlığımızın değil, dostluğumuzun kapısıymış meğer.       Kimi insanlar için yıllar gerekir; kimi için birkaç gün… Bizim için avuç içi kadar bir zaman yetti. Çünkü bazı dostluklar ömre yayılmaz; ömür o dostluğun içine sıkışır. Ercan Abi ile konuşmaya başlayınca ikimiz de sustuk, dinledik, anlattık… Belki de içimizde biriken, kimsenin bilmediği ama birinin duymasını hep istediğimiz şeyler vardı. O anlattı, ben anlattım; Bütün hayatını kimseyle paylaşmadıklarını sanki bana miras misali anlattı...anlattı.       Hepimiz sanki aynı yerden geçmişiz gibi aynı cümlelerde düğümlendik. Babam genç yaşta öldüğü için hayatın belli dönemlerinde bir koruyucuya, bir abiye, bir omuza ihtiyaç duydum hep. O gün bunu düşünmemiştim belki ama bugün geriye dönünce görüyorum: Ercan Abi benim için o boşluğu dolduran, fark ettirmeden kol olan, koruyan biriydi. Ben istemesem bile… Sorumluluk hissetti; değeri hissettirdi; eksik olduğumu hissettirmeden tamamladı. Eğer yaşasaydı, belki bir gün ona gerçekten “Ercan Baba” derdim. Keşke deseydim. Keşke bir kere bile olsa içimde kalan o minneti sesli söyleyebilseydim.          O ince, mağrur duruşunun altında çocuk kadar hassas, pamuk gibi yumuşak bir kalp vardı. İnsan birine bakınca hem “zor beğenen bir gazeteci” hem “içi kırılgan bir şair” görebilir mi? Görebilir… Ercan Abi tam böyleydi. Gazetecilikte keskin, net, sınırlarını bilen; duygularda ise kırılgan, içli, ince ruhlu bir adam. Bunu en çok şiirlerinde hissederdiniz. “Sensiz Zamanlarda”, “Karam”, “Düğüm Attım Sabahlara”… Dizelerine sığmayan bir iç dünya, sakladığı çocuk kalbi hep oradaydı.           Biz yan yana masalarda çalışırken kısa sürdü birlikteliğimiz, ama hafızamda yıllara bedel bir yer açtı. Hep derler ya “Zaman uzun olunca değer olur.” Ben artık biliyorum ki, bazen bir ömür uzun gelir insana, bazen de bir insan, bir avuç zamanın içine koca bir ömür sığdırır.          Geçen yıl bir belgesel çekmiştik. Konak Meydanı’nda tekerlekli sandalyede oturan bir milli piyango bayisi kadınla… O bana laf arasında yıllar önce yaptığı bir iyiliği anlatmıştı. Ama öyle bir anlatış ki; utanarak, sıkılarak, hiç övünmeden. Sanki başkası yapmış gibi… İşte o kadar vefalıydı. O kadar “insan”dı. Kim-seye anlatmadığı iyilikleri vardı; biz tesadüfen duyduklarımızı bile belgeselle kayda geçirdik. O gün de şapkasını takmış, ağır ağır yürüyüp gitmişti meydandan. Sanki hayatın içinde hep kendi ritmi vardı; dünyayı aceleye getirmeden yaşayanlardandı.          Bugün Ege TV’de yeni yayın dönemine başlarken Hami dostum, Eyüphan Gündoğdu, canım müdürüm Cihat Taysi… Hepimiz stüdyo kapısından girerken “Burada onun kokusu var” dedik. Çünkü hakikaten vardı. O, bir insanın ötesinde, mekânın ruhuydu biraz da. Yaşayanlarla beraber; ama bir yanı sonsuzlukta… Biz hâlâ yan yanayız —biri aramızda görünmese bile.        Ben bu yüzden bugün yayına başlamadan önce onun şapkasını elime aldım. O şapkayla birlikte ona ithaf ettiğim şiirle açılış yaptım. Vefasızlık edemezdim. Bıraktığı iz, bıraktığı öğreti, bıraktığı insanlık bize yol olurken onu anmadan programa başlamak… Olmazdı. Ercan Abi öyle biriydi ki, sadece yaşarken değil, göçtükten sonra da “dur” dedirtir. Bugün de dedirtti. Geçen sene Ege Kadın Ödülleri’nde ona özel bir ödül vermiştim. Bu sene de vereceğim.            Unutmak yok. Unutturmak hiç yok. Bazı insanlar bu dünyanın kayıt defterine öyle bir imza atar ki, silinmez. Ercan Doğu’nun imzası da öyle bir imza…           Bizler gelip geçeceğiz elbet. Yarın sen okur, ben yazar; bir gün biz de anılacağız. Ama bugün… Bugün bir Ercan Doğu vardı, geldi, geçti aramızdan. Sessiz, derin, bilge… Ardında bıraktığı insanlıkla hâlâ yaşayan…          Ve işte o yüzden, bu yazıyı ona ithaf ediyorum: İz bırakanların ardında kalanlara selam olsun.        “Sensiz Zamanlara Benzeyen Akşam” (Orijinal benim babaya yazdığım şiir) Gölgem uzardı duvarlara sen çekip gidince. Bir çay bardağı kadar ılıktı sessizlik, kırıp dökmüyordu ama dokundukça içimi üşütüyordu.                Saat hep aynı yerde duruyor sandım                oysa ben durmuşum,                zaman değil. Bir yaprak kıpırdıyor şimdi belki de senden kalan en küçük hatıra rüzgârın cebimde unuttuğu.                  Sensiz yalnızlık değil,                  sensiz zamanlar büyütüyor beni;                   biraz eksik,                   biraz tamam. Ercan Doğu – Hayatı, Gazeteciliği ve Bıraktığı İz Ercan Doğu, 4 Haziran 1951’de dünyaya geldi. Genç yaşlarda edebiyata ve iletişime ilgi duydu; bu ilgi onu Gazi Üniversitesi’nin Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu Radyo-Televizyon Bölümü’ne taşıdı. Eğitimini tamamladıktan sonra, çalışma hayatına önce Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’nde başladı. Ardından 1978’de Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (BYEGM) geçti. Burada memurluktan şef redaktörlüğe, Anadolu Basını Şefliği’ne uzanan görevlerde bulundu. 1986’dan itibaren İzmir’e atanan Doğu, kentle güçlü bir bağ kurdu. BYEGM İzmir İl Müdürlüğü’nde şube müdürlüğü ve İl Müdür Vekilliği yaptı; daha sonra uzun yıllar İzmir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler İl Müdürü olarak görev aldı. Bu dönemde hem devlet kurumlarının iletişimini yönetti hem de İzmir basınının gelişimine katkı sağladı. Kamu görevlerinin yanı sıra gazeteciliğe, kültüre ve yazıya bağlılığı hiç azalmadı. Şiire özel bir tutku duyuyordu. “Sensiz Zamanlarda”, “Karam”, “Düğüm Attım Sabahlara” gibi kitaplarıyla edebiyat çevrelerinde tanındı. İzmir’de yayınevlerinin ve edebiyat topluluklarının güçlenmesi için çaba gösterdi; İzmir Yazarlar Kooperatifi’nin başkanlığını yürüttü. Son yıllarında Karne Medya Grubu’nun Yayın Kurulu Başkanı olarak medya çalışmalarına devam etti. Ercan Doğu, 25 Aralık 2024’te geçirdiği ani bir aort yırtılması sonucu hayata veda etti. Ardında; gazeteciliğin emekle, dürüstlükle ve tevazuyla yapılabileceğini gösteren uzun bir kariyer, edebiyatla dokunmuş bir yaşam, İzmir basını için kalıcı izler ve onu sevenlerin belleğinde güçlü bir insan hikâyesi bıraktı.  
Ekleme Tarihi: 01 Aralık 2025 -Pazartesi

Bir Gönül Bilgesi’nin Belgesi: Ercan Doğu Geçti Bu Dünyadan…

Bazen insanın hayatına öyle biri girer ki, ne bir randevuyla gelir ne bir hazırlıkla… Kapıyı çalmaz, izin istemez; gelir, oturur, içindeki en sessiz köşeye sanki hep oraya aitmiş gibi yerleşir. Ercan Abi işte benim için tam da böyle biriydi. 
      Bugün yeni yayın dönemine başlarken, stüdyonun ışıkları yanmadan önce onun şapkasını elime aldım, şöyle bir baktım… Ve içimden bir ses “Onsuz başlama” dedi. Öyle de yapmadım. Çünkü bazı insanlar, ölümden sonra bile bir sandalye bırakır yanımızda; boşluğu bile konuşur, öğüt verir, yol gösterir.
      Ercan Abi ile tanışmamız tam anlamıyla “kaderin küçük bir cilvesi”ydi. İki yıl önce, Ege TV’ye bir görüşme için gitmiştik Miyase ile. Lobide bekliyoruz… Hami dostum toplantıda. O anın hiçbir özel tarafı yoktu “ya da öyle sanıyorduk”... Ta ki; Ercan Doğu içeri girene kadar. Onu görünce önce “Kim acaba?” dedik kendi kendimize. Herhâlde o da bizi tanımadı. Ama tanımasa bile insanı tanıyormuş gibi konuşan, yakınlaştıran, güven veren bir hâli vardı. Daha ilk dakikada öyle bir samimiyet doğdu ki, sanki yıllardır aynı masada birlikte çalışıyormuşuz gibi…
    Şakalaştık, güldük, o kendine has, hafif alaycı ama asla kırmayan esprilerinden birkaç tane patlattı, biz de gülmekten kendimizi alamadık. Görüşmeye gittiğimi unutacak kadar kaptırdım kendimi sohbete. Eğer o an biri “Hadi görüşmeye gir” dese büyük ihtimalle “Durun, Ercan Abi bir şey anlatıyor” derdim. Öyle bir çekiciliği vardı; sakin, bilge, derin ama bir o kadar mütevazı bir adamdı.
     Sonradan öğrendim ki bizim o beklediğimiz odada, benim alınmam için görüşmeler yapılıyormuş. Yönetim kurulunda da varmış kendisi… Bir bakmış, “Tamam” demiş. O “tamam”ı öyle gönülden, öyle geniş bir yerdenmiş ki, çalışma arkadaşlığımızın değil, dostluğumuzun kapısıymış meğer.
      Kimi insanlar için yıllar gerekir; kimi için birkaç gün… Bizim için avuç içi kadar bir zaman yetti. Çünkü bazı dostluklar ömre yayılmaz; ömür o dostluğun içine sıkışır. Ercan Abi ile konuşmaya başlayınca ikimiz de sustuk, dinledik, anlattık… Belki de içimizde biriken, kimsenin bilmediği ama birinin duymasını hep istediğimiz şeyler vardı. O anlattı, ben anlattım; Bütün hayatını kimseyle paylaşmadıklarını sanki bana miras misali anlattı...anlattı.
      Hepimiz sanki aynı yerden geçmişiz gibi aynı cümlelerde düğümlendik.
Babam genç yaşta öldüğü için hayatın belli dönemlerinde bir koruyucuya, bir abiye, bir omuza ihtiyaç duydum hep. O gün bunu düşünmemiştim belki ama bugün geriye dönünce görüyorum: Ercan Abi benim için o boşluğu dolduran, fark ettirmeden kol olan, koruyan biriydi. Ben istemesem bile… Sorumluluk hissetti; değeri hissettirdi; eksik olduğumu hissettirmeden tamamladı. Eğer yaşasaydı, belki bir gün ona gerçekten “Ercan Baba” derdim. Keşke deseydim. Keşke bir kere bile olsa içimde kalan o minneti sesli söyleyebilseydim.
         O ince, mağrur duruşunun altında çocuk kadar hassas, pamuk gibi yumuşak bir kalp vardı. İnsan birine bakınca hem “zor beğenen bir gazeteci” hem “içi kırılgan bir şair” görebilir mi? Görebilir… Ercan Abi tam böyleydi. Gazetecilikte keskin, net, sınırlarını bilen; duygularda ise kırılgan, içli, ince ruhlu bir adam. Bunu en çok şiirlerinde hissederdiniz. “Sensiz Zamanlarda”, “Karam”, “Düğüm Attım Sabahlara”… Dizelerine sığmayan bir iç dünya, sakladığı çocuk kalbi hep oradaydı.
          Biz yan yana masalarda çalışırken kısa sürdü birlikteliğimiz, ama hafızamda yıllara bedel bir yer açtı. Hep derler ya “Zaman uzun olunca değer olur.” Ben artık biliyorum ki, bazen bir ömür uzun gelir insana, bazen de bir insan, bir avuç zamanın içine koca bir ömür sığdırır.
         Geçen yıl bir belgesel çekmiştik. Konak Meydanı’nda tekerlekli sandalyede oturan bir milli piyango bayisi kadınla… O bana laf arasında yıllar önce yaptığı bir iyiliği anlatmıştı. Ama öyle bir anlatış ki; utanarak, sıkılarak, hiç övünmeden. Sanki başkası yapmış gibi… İşte o kadar vefalıydı. O kadar “insan”dı. Kim-seye anlatmadığı iyilikleri vardı; biz tesadüfen duyduklarımızı bile belgeselle kayda geçirdik. O gün de şapkasını takmış, ağır ağır yürüyüp gitmişti meydandan. Sanki hayatın içinde hep kendi ritmi vardı; dünyayı aceleye getirmeden yaşayanlardandı.
         Bugün Ege TV’de yeni yayın dönemine başlarken Hami dostum, Eyüphan Gündoğdu, canım müdürüm Cihat Taysi… Hepimiz stüdyo kapısından girerken “Burada onun kokusu var” dedik. Çünkü hakikaten vardı. O, bir insanın ötesinde, mekânın ruhuydu biraz da. Yaşayanlarla beraber; ama bir yanı sonsuzlukta… Biz hâlâ yan yanayız —biri aramızda görünmese bile.
       Ben bu yüzden bugün yayına başlamadan önce onun şapkasını elime aldım. O şapkayla birlikte ona ithaf ettiğim şiirle açılış yaptım. Vefasızlık edemezdim. Bıraktığı iz, bıraktığı öğreti, bıraktığı insanlık bize yol olurken onu anmadan programa başlamak… Olmazdı. Ercan Abi öyle biriydi ki, sadece yaşarken değil, göçtükten sonra da “dur” dedirtir. Bugün de dedirtti.
Geçen sene Ege Kadın Ödülleri’nde ona özel bir ödül vermiştim. Bu sene de vereceğim. 
          Unutmak yok. Unutturmak hiç yok. Bazı insanlar bu dünyanın kayıt defterine öyle bir imza atar ki, silinmez. Ercan Doğu’nun imzası da öyle bir imza…
          Bizler gelip geçeceğiz elbet. Yarın sen okur, ben yazar; bir gün biz de anılacağız. Ama bugün… Bugün bir Ercan Doğu vardı, geldi, geçti aramızdan. Sessiz, derin, bilge… Ardında bıraktığı insanlıkla hâlâ yaşayan…
         Ve işte o yüzden, bu yazıyı ona ithaf ediyorum: İz bırakanların ardında kalanlara selam olsun.
       “Sensiz Zamanlara Benzeyen Akşam” (Orijinal benim babaya yazdığım şiir)
Gölgem uzardı duvarlara
sen çekip gidince.
Bir çay bardağı kadar ılıktı sessizlik,
kırıp dökmüyordu ama
dokundukça içimi üşütüyordu.
               Saat hep aynı yerde duruyor sandım
               oysa ben durmuşum,
               zaman değil.
Bir yaprak kıpırdıyor şimdi
belki de senden kalan
en küçük hatıra
rüzgârın cebimde unuttuğu.
                 Sensiz yalnızlık değil,
                 sensiz zamanlar büyütüyor beni;
                  biraz eksik,
                  biraz tamam.
Ercan Doğu – Hayatı, Gazeteciliği ve Bıraktığı İz
Ercan Doğu, 4 Haziran 1951’de dünyaya geldi. Genç yaşlarda edebiyata ve iletişime ilgi duydu; bu ilgi onu Gazi Üniversitesi’nin Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu Radyo-Televizyon Bölümü’ne taşıdı. Eğitimini tamamladıktan sonra, çalışma hayatına önce Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’nde başladı. Ardından 1978’de Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (BYEGM) geçti. Burada memurluktan şef redaktörlüğe, Anadolu Basını Şefliği’ne uzanan görevlerde bulundu.
1986’dan itibaren İzmir’e atanan Doğu, kentle güçlü bir bağ kurdu. BYEGM İzmir İl Müdürlüğü’nde şube müdürlüğü ve İl Müdür Vekilliği yaptı; daha sonra uzun yıllar İzmir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler İl Müdürü olarak görev aldı. Bu dönemde hem devlet kurumlarının iletişimini yönetti hem de İzmir basınının gelişimine katkı sağladı.
Kamu görevlerinin yanı sıra gazeteciliğe, kültüre ve yazıya bağlılığı hiç azalmadı. Şiire özel bir tutku duyuyordu. “Sensiz Zamanlarda”, “Karam”, “Düğüm Attım Sabahlara” gibi kitaplarıyla edebiyat çevrelerinde tanındı. İzmir’de yayınevlerinin ve edebiyat topluluklarının güçlenmesi için çaba gösterdi; İzmir Yazarlar Kooperatifi’nin başkanlığını yürüttü. Son yıllarında Karne Medya Grubu’nun Yayın Kurulu Başkanı olarak medya çalışmalarına devam etti.
Ercan Doğu, 25 Aralık 2024’te geçirdiği ani bir aort yırtılması sonucu hayata veda etti. Ardında; gazeteciliğin emekle, dürüstlükle ve tevazuyla yapılabileceğini gösteren uzun bir kariyer, edebiyatla dokunmuş bir yaşam, İzmir basını için kalıcı izler ve onu sevenlerin belleğinde güçlü bir insan hikâyesi bıraktı.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberege.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.