Ben bir avukat olarak enflasyonu artık yalnızca rakamlarda değil, hukukun geri çekildiği alanlarda görüyorum.
Dosyalarda, icra takiplerinde, uygulanamayan mahkeme kararlarında.
Çünkü hukuk istikrar ister.
Enflasyon ise istikrarsızlığın ta kendisidir.
Bugün Türkiye’de bir sözleşme imzalanırken taraflar haklarını değil, ne kadar sürede anlamsızlaşacağını düşünüyor. Kira sözleşmeleri, hizmet akitleri, ticari anlaşmalar; daha yürürlüğe girmeden tartışmalı hale geliyor. Taraf iradesi yerini belirsizliğe bırakıyor.
Bu noktada hukuki sorun şudur:
Sürekli uyarlanan bir sözleşme, hâlâ bağlayıcı mıdır?
Yoksa hukuk, ekonomik koşullar karşısında refleks vermekle yetinen bir mekanizmaya mı dönüşmektedir?
İcra dosyalarında ise adalet daha da sessizleşiyor.
Alacaklı hakkını alıyor ama kaybettiği zaman geri gelmiyor. Mahkeme kararı var; karşılığı ise çoğu zaman yok. Böyle bir düzende “hak aramak” ile “sonuç almak” arasındaki bağ zayıflıyor.
Ceza hukukunda parasal yaptırımlar ekonomik gerçekliğin gerisinde kaldıkça, caydırıcılık da aşınıyor. Hukuk, önlemek yerine katlanılan bir risk haline geliyor.
Sosyal hukuk alanında ise koruma giderek teorikleşiyor. Parasal sınırlar hayatın gerisinde kaldığında, hukuk zayıfı korumuyor; sadece durumu tespit ediyor.
Ancak bütün bunların ötesinde asıl tehlike şudur:
Enflasyon arttıkça, hukuka olan güven azalıyor.
İnsanlar “nasıl olsa değişmez” demeye başladığında, hukuk devleti rakamlarla değil, inanç kaybıyla çözülür. Ve hukuka inanılmadığı yerde, adalet yalnızca bir kavram olarak kalır.
Enflasyon geçebilir.
Ama hukukun sessizliğe alışması, kalıcıdır.
Benim itirazım tam olarak buna.
