Ekonomilerin sağlıklı işleyişinde kamu borç yönetimi, çoğu zaman sessiz ama belirleyici bir rol oynar. Devletlerin mali kapasitesi, sadece topladığı vergilerle değil, aynı zamanda borçlanma stratejileriyle de şekillenir. Borçlanma, ekonomide hem fırsat hem de risk unsuru taşır; zira doğru yönetildiğinde büyümeyi destekleyen bir kaldıraç işlevi görürken, yanlış yönetildiğinde mali istikrarsızlığın öncüsü olabilir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, kamu borç yönetimi yalnızca bütçe dengesiyle değil, aynı zamanda ekonomik güven, enflasyonla mücadele ve yatırım ortamının sürdürülebilirliğiyle de yakından ilişkilidir.
Borçlanmanın Ekonomik Gerekçesi
Bir devletin borçlanmasının temel amacı, kamu harcamalarını karşılamak, yatırımları finanse etmek ve ekonomik dalgalanmalara karşı tampon oluşturmaktır. Kamu borcu, özellikle altyapı, eğitim, sağlık gibi üretken alanlara yönlendirildiğinde uzun vadeli refahı artırır. Ancak burada asıl mesele, borcun miktarından ziyade niteliğidir. Kısa vadeli, yüksek faizli ve döviz cinsinden borçlanma, ülkeyi dış şoklara karşı kırılgan hale getirirken; uzun vadeli ve yerel para birimiyle yapılan borçlanma, mali istikrar açısından çok daha güvenlidir.
Türkiye açısından bakıldığında, kamu borç stokunun millî gelire oranı son yıllarda uluslararası karşılaştırmalarda makul bir düzeyde seyretmektedir. Ancak bu oranın tek başına yeterli bir gösterge olmadığı da açıktır. Önemli olan, borcun maliyetini, vadesini ve risk profilini birlikte değerlendirmektir. Kamu borç yönetiminin başarısı, bu üç unsur arasındaki dengeyi kurabilme becerisinde gizlidir.
Borç Yönetiminin Temel İlkeleri
Modern borç yönetimi, sadece borçlanmakla değil, borcun yapısını optimize etmekle ilgilidir. Birincisi, sürdürülebilirlik ilkesi devreye girer. Borç, gelecekteki gelirlerle ödenebilir düzeyde olmalıdır. Bu da bütçe disiplini, güçlü bir vergi tabanı ve etkin kamu harcama politikası gerektirir.
İkincisi, şeffaflık ve öngörülebilirlik ilkesi önem taşır. Borçlanma stratejilerinin piyasa aktörleri tarafından anlaşılır olması, yatırımcı güvenini artırır ve borçlanma maliyetlerini düşürür. Kamu borç yönetiminde belirsizlik, risk primlerini yükseltir ve ülke ekonomisine ciddi bir maliyet olarak döner.
Üçüncüsü, risk yönetimi esastır. Faiz oranı, kur ve likidite riskleri profesyonelce yönetilmelidir. Özellikle döviz cinsinden borçlanmanın fazla olduğu ekonomilerde, kur oynaklığı bütçe dengelerini altüst edebilir. Bu nedenle borçlanma sepetinde döviz ve TL dengesi dikkatle gözetilmelidir.
Türkiye Deneyimi: Güçlü Yönler ve Zorluklar
Türkiye, 2001 krizi sonrasında kamu borç yönetimi alanında önemli bir dönüşüm geçirdi. Hazine’nin borç yönetimi politikaları, mali disiplin ve risk yönetimi ilkeleriyle yeniden şekillendi. Bu dönemde, borç stokunun vade yapısı uzatıldı, sabit faizli borçlanmanın payı artırıldı ve döviz cinsi borçların oranı kademeli olarak azaltıldı. Bu sayede kamu borcu, finansal piyasalardaki dalgalanmalara karşı daha dayanıklı hale geldi.
Ancak son yıllarda küresel ekonomik koşulların değişmesi, özellikle pandemi sonrası dönemde artan kamu harcamaları ve yüksek faiz ortamı, borçlanma maliyetlerini yeniden gündeme getirdi. Türkiye’nin borç stokunun milli gelire oranı hâlâ birçok gelişmiş ülkeye kıyasla düşük görünse de iç borçlanmanın faiz yükü ve kısa vadeli borçlanma eğilimleri dikkatle izlenmelidir. Ayrıca kamu garantili projeler ve kamu-özel iş birliği (KÖİ) modelleri, görünmeyen borç yükü riski taşıdığı için kamu maliyesi açısından önemli bir gölge oluşturabilir.
Sürdürülebilirlik ve Geleceğe Bakış
Geleceğin kamu borç yönetimi stratejileri, yalnızca finansal göstergelere değil, aynı zamanda ekonomik yapıdaki dönüşümlere de bağlıdır. Dijitalleşme, yeşil dönüşüm ve demografik değişimler, kamu harcama kalemlerini yeniden şekillendirmektedir. Bu nedenle borçlanma politikaları da sadece mali değil, stratejik bir vizyonla ele alınmalıdır.
Örneğin, yeşil tahviller ve sürdürülebilir finans araçları, son yıllarda kamu borçlanmasında giderek önem kazanmaktadır. Bu tür borçlanmalar hem çevresel hedefleri destekler hem de uluslararası yatırımcı tabanını genişletir. Türkiye’nin de bu alanda aktif bir politika geliştirmesi hem borçlanma maliyetini düşürür hem de ülkenin yeşil dönüşüm sürecini hızlandırabilir.
Sonuç: Dengeyi Korumak
Kamu borç yönetimi, bir ülkenin ekonomik hikâyesinin sessiz ama en kritik başlıklarından biridir. Borç, doğru yönetildiğinde kalkınmayı finanse eden bir araç; yanlış yönetildiğinde ise gelecek nesillerin omzuna yüklenen bir zincirdir. Türkiye’nin geçmişte kazandığı mali disiplin deneyimi, geleceğe yönelik en güçlü sermayesidir.
Ancak bu disiplinin korunması, sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda politik bir irade meselesidir. Kısa vadeli popülist harcamalar yerine uzun vadeli mali sürdürülebilirliği önceleyen politikalar, kamu borç yönetiminin temel güvencesidir. Ekonomik güvenin temeli, mali disiplinle atılır; borç yönetimi ise bu güvenin en somut göstergesidir.
Bugünün dünyasında borç, artık yalnızca bir finansman aracı değil; ekonomik stratejinin, kamu güveninin ve ulusal istikrarın aynasıdır. Türkiye’nin geleceği, bu aynaya ne kadar dikkatle baktığıyla belirlenecektir.
ZAFER ÖZCİVAN
