Pandemiden enerji krizine, enflasyondan doğal afetlerin yarattığı ekonomik sarsıntılara kadar geniş bir yelpazede yaşanan olaylar, toplumların krizlere karşı ne ölçüde dayanıklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu noktada, “ekonomide toplumsal dayanıklılık” kavramı, sadece ekonomik büyüme oranları ya da kişi başına gelir gibi rakamlarla ölçülemeyecek kadar derin bir anlam taşımaktadır.
Toplumsal dayanıklılık, bireylerin, ailelerin ve kurumların kriz dönemlerinde birlikte hareket edebilme, zorlukları aşabilme ve yeniden toparlanabilme gücünü ifade eder. Bu, bir ülkenin ekonomik geleceğini şekillendiren en önemli unsurlardan biridir. Çünkü ekonomik şoklar sadece piyasalarda değil, toplumsal dokuda da kalıcı izler bırakabilir. Eğer toplum bu süreçlerde birbirine kenetlenmezse, ekonomik toparlanma da uzun ve sancılı olur.
Ekonomide Dayanıklılığın Toplumsal Boyutu
Ekonomik literatürde dayanıklılık genellikle finansal istikrar, bütçe dengeleri ve üretim kapasitesi gibi göstergeler üzerinden tanımlansa da aslında asıl belirleyici faktör toplumsal dayanıklılıktır. Çünkü ekonomi, sonuçta insan odaklıdır ve bireylerin güveni, beklentileri ve davranışları makroekonomik gidişatı doğrudan etkiler.
Toplumsal dayanıklılığın ekonomiye yansıyan üç temel boyutu vardır:
Güven ve Sosyal Sermaye:
Toplumun kurumlara, devlete ve birbirine duyduğu güven, kriz zamanlarında en kritik unsur haline gelir. Güvenin yüksek olduğu toplumlarda bireyler spekülatif hareketlerden kaçınır, üretken faaliyetlere yönelir ve panik dalgaları daha sınırlı kalır.
Dayanışma Kültürü:
Zor dönemlerde insanlar arasında gelişen dayanışma, sosyal yardımlaşma ağları ve sivil toplum kuruluşlarının rolü, ekonomik krizlerin toplumsal etkilerini yumuşatır. Türkiye’de 2023 depremleri sonrası görülen gönüllü yardımlar bunun çarpıcı bir örneğidir.
Uyum Sağlama Kapasitesi:
Teknolojik gelişmelere ayak uydurabilen, değişen üretim ve tüketim kalıplarına hızla adapte olabilen toplumlar, ekonomik krizleri daha kolay atlatır. Bu da eğitim seviyesinden iş gücü piyasasındaki esnekliğe kadar birçok faktöre bağlıdır.
Kriz Dönemlerinde Dayanıklılık: Türkiye Örneği
Türkiye, son on yıllarda pek çok ekonomik ve sosyal krizle karşılaşmış bir ülke olarak, toplumsal dayanıklılığın önemini sıkça deneyimlemiştir. 2001 ekonomik krizi, 2008 küresel finans krizi, 2020 pandemi süreci ve son yıllardaki yüksek enflasyon dönemleri, toplumun uyum kapasitesini sürekli sınamıştır.
Bu süreçlerde öne çıkan bazı dinamikler şunlardır:
Aile Bağlarının Gücü: Türk toplumunda aile yapısının güçlü olması, işsiz kalan ya da gelirini kaybeden bireylerin destek bulmasına imkân sağlamıştır. Bu, resmi sosyal güvenlik sistemindeki boşlukların bir ölçüde telafi edilmesine yardımcı olmuştur.
Küçük Esnafın Rolü: Mahalle ekonomisinin ve küçük esnafın kriz zamanlarında toplumun ihtiyaçlarını karşılamadaki rolü büyüktür. Özellikle pandemi döneminde, zincir marketlerin ötesinde küçük işletmelerin dayanışmacı tavrı dikkat çekmiştir.
Sivil Toplumun Katkısı: Deprem ve sel gibi afetlerde olduğu gibi ekonomik krizlerde de yardım dernekleri, vakıflar ve gönüllü organizasyonlar, toplumun kırılgan kesimlerini desteklemede önemli görevler üstlenmiştir.
Toplumsal Dayanıklılığı Artırmanın Ekonomik Kazançları
Toplumsal dayanıklılığı yüksek olan ülkeler, ekonomik şoklardan daha az zarar görmekle kalmaz, aynı zamanda toparlanma sürecine daha hızlı girerler. Bu hem bireylerin refahı hem de devletin mali dengeleri açısından kritik bir avantajdır.
Tüketici Güveninin Korunması: Dayanışma ve güvenin güçlü olduğu toplumlarda tüketiciler harcama kararlarını daha istikrarlı şekilde alır, bu da ekonomik çarkların durmasını engeller.
Yatırım Ortamının Güçlenmesi: Toplumsal huzur ve dayanıklılık, yabancı yatırımcıların da ülkeye bakışını olumlu etkiler. Güvenli bir sosyal iklim, ekonomik büyüme için cazibe merkezi yaratır.
İşgücü Verimliliği: Kriz dönemlerinde psikolojik dayanıklılığın yüksek olması, çalışanların motivasyonunu korur. Bu da üretimde verimliliğin düşmesini engeller.
Toplumsal Dayanıklılığı Güçlendirmek İçin Neler Yapılmalı?
Ekonomik krizler kaçınılmazdır, fakat onların toplumsal etkilerini hafifletmek mümkündür. Bunun için atılması gereken bazı adımlar vardır:
Eğitim ve Finansal Okuryazarlık: Bireylerin krizlere karşı bilinçli hareket etmesi, tasarruf ve yatırım konusunda doğru kararlar alması için finansal okuryazarlığın artırılması şarttır.
Güçlü Sosyal Güvenlik Ağı: İşsizlik sigortası, emeklilik sistemi ve sosyal yardımların kapsayıcı hale gelmesi, kriz anlarında toplumun dayanıklılığını artırır.
Yerel Dayanışma Ağları: Mahalle bazlı kooperatifler, üretici birlikleri ve topluluk destekli tarım gibi modeller hem ekonomik bağımsızlığı hem de toplumsal dayanışmayı güçlendirir.
Katılımcı Demokrasi ve Güven: İnsanların karar alma süreçlerine dâhil edilmesi ve şeffaf bir yönetim anlayışı, kurumlara olan güveni artırarak kriz zamanlarında panik dalgalarının önüne geçer.
Sonuç
Ekonomide toplumsal dayanıklılık, yalnızca ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği için değil, aynı zamanda sosyal barış ve toplumsal huzur için de vazgeçilmezdir. Krizler, toplumları kırılgan hale getirebilir; ancak güçlü bağlara, dayanışmaya ve uyum kapasitesine sahip toplumlar, bu krizlerden güçlenerek çıkabilir.
Türkiye’nin ekonomik geleceğini güvence altına alabilmesi için toplumsal dayanıklılığı stratejik bir öncelik olarak görmesi gerekiyor. Eğitimden sosyal güvenliğe, yerel dayanışma ağlarından güven tesisine kadar atılacak her adım, krizlere karşı daha güçlü bir toplum ve daha sağlam bir ekonomi anlamına gelecektir.
ZAFER ÖZCİVAN