Açıkça “demokrasiye inanmıyorum, savunmuyorum” diyenlere saygı duyuyorum. Ama hem “demokrasi” söylemini haykırıp hem de demokrasinin nefret ettiği yaklaşımlara girenlere aynı saygıyı babam olsa, duyamıyorum.
Oysa Türkçe’de özlü sözler var. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” veya “sakın içinde adam olmayan elbiseye dönüşme”.
1950’den bu yana, arada kesintiler olsa da gerçekte “demokrasiyi benimsemeyenler” bile “demokrat” sayıldılar. Adında “demokrasi” olan partiler, iktidar olunca demokrasi karşıtı eylemelere giriştiğinde “demokrasiyi” savunduklarını iddia edebildiler.
Askeri darbeleri yapanlar da “demokrasi” diyebildi. “Rayından çıkmış demokrasi” ne demek bir yana, idamdan yasaklara hatta iki kişiden fazla toplanmayı dahi engellemeyi “demokrasiyi kurtarmak” sayabildiler.
Olaylara, yaşamın getirdiklerine “objektif” ve “fanatik taraflılıktan” uzak bakabilmekneredeyse mümkün değil.
Artık bu ülkede “doğrular”, söyleyeniyle yargılanıyor; “yanlışlar” ise alkışlanıyor, olumsuzlukları “görmek” suç olabiliyor. Fakat “sizden, bizden” ayrıntısına bakarak!
Tarafsız olmak çok güç artık.
Çünkü tarafsız kalmaya çalıştığın an, herkesin hedefi oluyorsun.
Doğrunun peşine düşersen “bir tarafı” kızdırırsın, “diğer taraf da” seni hemen sahiplenir, kendi çıkarına geldiği kadarıyla.
Bir gün “kahramansın”, ertesi gün “hain”.
Ama sen aynı şeyi söylüyorsundur: Doğruyu! İnsanların “ayrımsız” gerçekleri görüp, doğrularıyaşamaları için!
Ne var ki bu ülkede doğru, artık “ne söylendiğine” göre değil, “kim söylediğine” göre tartılıyor.
Türkiye sınırlarında “genel” durum böyleyken, İzmir gibi “demokrasinin” ve “hoşgörünün beşiği” sayılan, 1999’dan bu yana da içinde “halk” olan “demokrasi” olan siyasi partilerce yönetilen şehir, 31 Mart 2024 itibariyle “Türkiyeleşti”!
Son zamanlarda iyice “şımaran” ve kendini “İzmir’in efendisi” gören “yeni CHP” anlayışı ve “taraftarları”, bir zamanlar Türkiye iktidarının uyguladığı ve kendilerinin sert eleştirdiği tüm yaklaşım ve iletişim yöntemleriniyaşama geçirdiler.
“Benden yana gazeteci” “benden yana iş insanı” “benden yana aydın” “benden yana yurttaş” kalıpları yerleştirilmeye çalışılırken, uzantıları da “sosyal medyada” kendilerinin eleştirdiği “trol yaklaşımının” düğmesine bastılar. Neden, neyin karşılığı sorularını şimdilik sormuyorum.
Örneğin İzmir’e hasretle beklenen yağmur yağmış…
Rögarlar taşmış, yollar göle dönmüş, altyapı denilen şeyin üstyapıdan ibaret olduğu bir şehirde yaşadığını yeniden görüyorsun.Bir “gazeteci vatandaş” olarak iki kelime ediyorsun:
“Bu şehrin planlamasında hata var.Asfaltın göle döneceği bilindiği halde, yağmurun yağmadığı zamanlar neden müdahale edilmiyor” tespiti soruyorsun ki, bir anda etiketleniyorsun.
“Karşı tarafın adamı!”
“Bir yerlerden fonlanıyor!”
“Karşı taraftan talimat alıyor!”
“Zaten karşı tarafın gizli adamı!”
Sanki yağmurun bile partisi var bu ülkede!
Ama artık “eleştirinin” bile ideolojisi var.
Su basmış sokakta fotoğraf paylaşsan, “hangi partiyi hedef alıyorsun” diye soruyorlar?
Oysa hedef belli: Yılların beceriksizliği, şımarıklığı, bana neciliği!
Yeter ki “bizim tarafın” olsun, isterse şehri çöp kokusuna boğsun, çöpler yağmurda, balıkları öldüren körfezde yüzsün” yine de alkış alır.
Sonra da “hizmet ediyoruz” derler. Üst üste “yağmurun olumsuzluğuna müdahale ettik” tarzında “tekrar” haberler yayınlatırlar!
Kime, neye, nasıl “müdahale” ettiklerini kimse sorgulamaz.
Sorgulayan olursa, hemen “karşıdan gelen ses” diye susturulur.
Medya desen, aynı tablo.
Gazetecilik değil, tapınmacılık yapılıyor artık.
Mikrofonlar, güce doğrultulmaz; muhalife çevrilir.
Sorular önceden hazırlanır, yanıtlar ezberden gelir.
Yandaş, “gazeteci” diye tanıtılır; gerçek gazeteci ise “provokatör” ilan edilir.
Kameralar, hakikati değil, “sahte müdahaleleri” gösterir.
Ve ne yazık ki, bu tiyatronun seyircisi olmaktan memnun olanlar da vardır, yaşadığını hafızasından silen ve kendisine dayatılan yalanlara inanan “tuzu kuru” ve “at gözlüğü” takmış “pazar demokratları” her devirde bulunur!
Çünkü hakikati görmek, sorumluluk ister. Sorumluluk ise “menfaat” karşısında ciddi risktir!
Her yanda “demokrat” etiketli at gözlüklü insanlar dolaşıyor.
Kendine demokrat…
Kendine özgürlükçü…
Kendine adaletli…
Kendine vicdanlı…
Ama senden farklı düşündüğünde seni hemen susturur, seni düşman ilan eder.
Çünkü o da “demokrasiyi” kendi penceresinden severyani kendi duvarlarının içinden.
Gerçek demokrasi sabır ister empati ister kendinle yüzleşme cesareti ister.
Ama bu topraklarda “cesaret” yerine “konfor” tercih edilir, “hakikat” yerine “sessizlik” satın alınır.
Bugün şehirler çürüyorsa, sadece yönetenler yüzünden değil;sorgulamayı bırakan, eleştiriden korkan, “aman düzen bozulmasın” diyen o sessiz kalabalık yüzünden de.
O “sessizlik” öyle bulaşıcı ki; yanlışın sesi, doğrunun yankısını bastırıyor artık.
Yağmur suyu gibi birikirler, ama bir türlü akmazlar;tıpkı vicdanları gibi tıkanmıştır yolları.
Ve işte o zaman, “tarafsız” kalmak bile suç sayılır.
Çünkü her şey “bizden misin, onlardan mı?” sorusuna sıkışmıştır.
Aradakiler yok sayılır, hatta hedefe konur.
Oysa “demokrasi” dediğin şey, tam da o “arada” nefes alır.
Ama “at gözlükleriyle” yaşamak kolay tabii; sağını solunu görmezsin, sadece kendi doğrunu kutsarsın.
Ben kimsenin, herhangi bir siyasi yapının -ki, çoğunun kavramsal içeriği bomboş-tarafında değilim.
Ben sadece doğrunun tarafındayım.
Eğer bu ülkede doğruyu savunmak bir taraf olmaksa, evet, ben o taraftayım.
Ama bilinsin ki benim tarafım, koltukta oturanların değil;o koltuğun bedelini ödeyen halkın tarafıdır.
At gözlüğü takmış sahte demokratlara inat,gözümü kapatmayacağım,susmayacağım,gerçeği görmeye devam edeceğim.
Haydi o zaman “linçe” devam!
Not: Bu yazımın devamı gelecek…