YOLSUZLUĞU AKLA, YARGIYI SUÇLA…

Türkiye’de son zamanlarda özellikle bazı büyükşehir ve ilçe belediyelerinde yaşanan yolsuzluk, usulsüzlük,rüşvet ve nepotizm vakalarının artık münferit değil, sistematik yapılar hâlini aldığını gözlemliyoruz.

Sanki tek elden organize edilmiş ve yönetiliyormuş gibi.

Ancak bundan belki de daha tehlikelisi, bu vakaların meşrulaştırılması için geliştirilen refleksin tamamen "yargı düşmanlığına" dönüşmüş olmasıdır.

Sanki bu suçlar için suçlananlar değil de, onun için delil toplayan savcılar, yargılayacak hakimler suçlu!

Teşbihte hata olmaz,

“Benim hırsızım iyidir” anlayışının, bir akıl tutulması şeklinde bugün özellikle kendisini muhalif sayan, ilerici (!), çağdaş (!) ve laik (!) olarak tanımlayan kesimlerde hakim olması çok büyük bir çelişki.

Hükümetle ile ilgili iddia edilen muğlak konularda dahi dürüstlük abidelerine dönen, elinde hiçbir belge,bilgi olmamasına karşı eleştiren ve hesap sorulmasını talep eden bu kitlenin, sıra CHP’li belediyelere geldiğinde dut yemiş bülbüle dönmesi, yargıyı hedef göstermesi elbette çok normal değil.

İş öyle bir noktaya vardı ki, Büyükşehir Belediyesi iç denetim raporunu talep eden savcılığa belgeleri teslim eden CHP’li belediye başkanı Cemil Tugay bile siyasi linçten nasibini aldı.

Ancak CHP yönetiminin bu iddialara karşı geliştirdiği politika, "temiz toplum", “hak,hukuk,adalet” iddiasıyla taban tabana zıt:

Yargıya saldırmak.

Savcıları hedef göstermek.

Mahkemeleri itibarsızlaştırmak.

Kendi siyasi menfaatleri için adaleti feda etmek!

Örneğin 2023 yılından bu yana İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gerekli her türlü hassasiyeti göstererek üç ayrı konuda yürüttüğü soruşturmayı, sanki bir gece yarısı operasyonu gibi kamuoyuna tanıtmak, siyasi komplo demek!

Bu tip saldırılar, sadece bireyleri hedef almaz; aynı zamanda yargının tarafsızlık ilkesine duyulan toplumsal güveni de zedeler, kamu vicdanını sistematik şekilde deformasyona uğratır.

Adaleti sadece iktidardan bekleyip, adaleti kendin için feda etmek asıl yozlaşmanın nedenidir.

Yargının değersizleştirilmesi, yalnızca toplumsal bir çöküş değil, aynı zamanda sosyolojik bir dönüşüm de yaratır.

Toplum, artık hakikati hukuki süreçler üzerinden değil, parti aidiyetleri üzerinden değerlendirmeye başlar.

Bu durum da, “haklılık” kavramının yerine “bizden mi değil mi” kavramını öne çıkarır.

CHP’nin meşru taleplerini dile getirmesi doğaldır ancak yargı alanını topyekûn gayrimeşru ilan etmek, yargı kararlarını peşinen reddetmek, delilleri sorgulamak yerine savcıyı hedef almak iktidar değişse bile yargının hiçbir zaman bağımsız hareket edemeyeceği bir zemini hazırlar.

Kısacası, yargının değil sadece bağımsızlığını değil, varlığını bile tanımayan bir siyasal kültür, demokrasiden, hukuk devletinden bahsedemez.

CHP’nin yargıyı sistemli şekilde değersizleştirme çabası, mevcut iktidarı değil, gelecekte iktidar olmayı hedefleyen partilerin de meşruiyetini tehdit etmektedir.

Hukuk devleti, tarafsız yargıya duyulan güvenle mümkündür. Bu güveni sarsan her kim olursa olsun, sistemin bizzat düşmanıdır.

Her zaman dediğim gibi,

Adalet çökerse hepimiz altında kalırız.

Bu satırları yazarken aklıma bir kıssa geldi.

Hz. İsa’ya sormuşlar: “Ölü diriltmekten daha zor ne olabilir?”

Demiş ki: “İfhâmu men lâ yefhem”

Yani “Anlamayana anlatmak.”

Ne olursa olsun anlatmaya devam edeceğiz.

Adalet için,

Devlet-i Ebed Müddet için…