TÜSİAD

Vesayet yalnızca askeri üniforma giymez, Cüppelerle de sınırlı kalmaz; Bazen takım elbise giyer, bazen de prestijli dergilerin sayfalarında boy gösterir.

Demokrasiye gölge düşüren bu güçler, bazen ekonomi kılıfıyla, bazen de “dışarıdan objektif yorum” süsüyle sahneye çıkar. Tıpkı geçen haftadan bu yana yaşadığımız gibi.

Kuruluşundan bu yana, kendini iş dünyasının sesi (!) olarak tanımlayan TÜSİAD, aslında ekonomik vesayetin en önemli aktörüdür.Demokrasiye sözde katkı olarak sunduklarıaçıklamalar ise gerçekte kendi sermaye birikimlerini garanti altına alma çabasından, aba altından sopa göstermekten başka bir şey olmadı.

Türkiye’de gelir dağılımının adaletsiz olmasının başlıca sebeplerinden biri, TÜSİAD üyelerinin uyguladığı acımasız ekonomik politikalardır. TÜSİAD “demokrasi” söylemini ise sadece kendi ekonomik çıkarlarını koruma kalkanı olarak kullandı. Yine TÜSİAD’ın özgürlük anlayışı da ancak kendi ideolojik ve ekonomik çıkarlarına hizmet ettiği sürece vardı.

2007 yılında sözde Anayasa mitinglerindeki darbe çığırtkanlığı, Gezi Darbe girişimi sırasında yaptığı açıklamalarıyla siyasette de açıkça taraf oldu.

Özgürlük söyleminin ardında ise aslında hükümetinstatükoyu bozmasından duyduğu rahatsızlık vardı. Neticede TÜSİAD, her daim halkın iradesine karşı elitist bir duruş sergiledi ve ekonomik vesayetin en büyük savunucusu oldu.

Peki ya The Economist?

Batının üstünlük kompleksini satır aralarında taşıyan, Türkiye’ye baktığında hâlâ eski sömürgeci bakış açısıyla değerlendiren bu yayın organı, demokrasi dersi verirken bile vesayet özlemini gizleyemiyor.1960’lardan bu yana Türkiye’yi “Batı’nın kontrolünde” görmek isteyen bu zihniyet, her demokratik hamlede Türkiye’yi “otoriterleşme” ile suçladı.

Bu süreçte ya “demokrasi” ya da “yargının bağımsızlığı tehdit altında” manşetleri atarak, aslında kendi çıkarlarına uygun bir yargı düzeninin bozulmasına tepki gösterdi.

The Economist, Türkiye’nin demokrasiye olan bağlılığını sözde sorgularken bile, aynı tutarlılığı Türkiye’nin milli iradesine ve halkın tercihlerine saygı gösterme konusunda sergileyememiştir.

Demokratik seçimleri “popülizm” olarak niteleyip, vesayetçi yapıları romantize eden bu bakış açısı, demokratik değerleri savunma iddiasında bulunurken, aslında seçkinci ve müdahaleci bir tutumu meşrulaştırmıştır.

Çünkü The Economist’in özgürlük tanımı da aynı TÜSİAD gibi yalnızca Batı çıkarlarına hizmet ettiği sürece geçerlidir.

Türkiye bağımsız politikalar izlediğinde ise “otoriterleşme” suçlamaları başlar.

Bu bakış açısı, tartışmasız modern çağın sivil vesayetidir.

Statükonun bekçiliğini yaparak, milletin değişim taleplerine set çekmeye çalışan bu zihniyet, artık millet nezdinde karşılık bulmamaktadır.

Çünkü Türkiye, vesayetçi düzenlerin gölgesinde kalmak yerine, halkın iradesiyle şekillenen güçlü Türkiye Yüzyılına yürümektedir.

Türkiye’nin kalkınması, ancak vesayetçi zihniyetlerden kurtulmakla mümkün olacaktır.

O nedenle de dimdik ayakta durmak zorundayız.