Kağıttan Kaplan

ABD’nin İran topraklarına yönelik gerçekleştirdiği saldırı, sadece bir askeri operasyon değil; insanlığın, vicdanın, uluslararası hukuk normlarının ve temel insani değerlerin sistematik olarak yok sayıldığı belki de geri dönüşü olmayacak derin bir kırılma anıdır.

Bu saldırı, ne Trump ne bir başkası değil, Siyonist Yahudilerin dünyayı yönetme hevesinin fiili yönetim merkezi olan Vaşington'da,Pentagon'da şekillenen kararların dışa vurumudur.

Tarih her zaman yön gösterici olmuştur,gerçekten de ne zaman Siyonist akıl köşeye sıkışsa, bir kıta yanar.

Ne zaman bu akıl çaresizliğe düşse, yeni bir savaş başlar.

Terörist ve hastalıklı bu zihniyetin içine düştüğü diplomatik, askeri ve psikolojik buhran artık saklanamaz boyuttadır.

Gücünü yitirmiş bir terör devleti, dünya kamuoyunun gözünde meşruiyetini tamamen kaybetmiş bir apartheid rejimidir.

Bu koşullar altında yapılabilecek tek şey, daha büyük bir yangın çıkararak dikkatleri dağıtmak, suçu perdelemek, insanlığın vicdan ve değerlerini ayaklara altına almaktır.

Dün gerçekleşen saldırı da tam olarak bu amaçla sahneye konmuş bir senaryonun parçasıdır.

İsraia'in bugün artık sadece askeri değil, psikolojik olarak da çökmüş terörist bir kağıttan kaplan olduğu ispatlanmıştır.

İsrail’in çaresizliğini gizlemek için ABD’yi İran’a karşı sahaya sürmesi, bölgede gücünün tükendiğinin itirafıdır.

Tüm bunlar olurken Amerikan dış politikası, artık Amerikan halkının, kurumlarının ya da anayasal ilkelerinin değil; tamamen Siyonist Yahudi lobisinin ekonomik, ideolojik ve stratejik çıkarlarının ekseninde şekillenmektedir. Amerika, bir çıkar şebekesinin resmi temsilcisi haline gelmiştir.

Bu hastalıklı zihin, sadece bölgesel savaşlar çıkararak değil, insanlığın bütün değerlerini ayaklar altına alarak da küresel bir tehdide dönüşmektedir.

Uluslararası hukuk, insan hakları, insancıl diplomasi, savaş suçları normları gibi kavramlar artık sadece Siyonist aklı korumak için kullanılan araçlardan başka bir şey değildir.

Bu kavramların içi boşaltılmış, ruhu çürütülmüş, meşruiyet zemini tamamen yok edilmiştir.

İşte tam da bu nedenle, artık buna "dur" deme zamanı gelmiştir. Bu sadece Müslümanların, sadece Ortadoğu’nun, sadece mazlum milletlerin değil; insan kalmış herkesin görevidir.

Çünkü bu akıl durdurulmadığı sürece, ne insan haklarında ne de insani değerlerden bahsedilebilir.

İnsanlık, ya bu sistematik kötülüğü reddedecek ya da tamamen çürüyecek kendi sonunu hazırlayacaktır.

Ateş çemberine döndürülen coğrafyamızda artık mesele sadece bir ülkenin vurulması değil; tüm bölgenin çok cepheli bir savaşa sürüklenmesidir.

Bu senaryo, yalnızca askeri değil; ekonomik, psikolojik ve sosyolojik bir felakete gebedir.

Bu kaotik düzlemde Türkiye hem hedef, hem merkez ülke konumundadır.

Bu nedenle içeride birlik, dışarıda yoğun diplomasi ve gerekirse güç kullanımı her zamankinden daha yaşamsal bir gerekliliktir.

"Yerli ve milli" kavramları artık sadece siyasi sloganlar değil; kelimenin tam anlamıyla bir güvenlik meselesidir.

Medya, akademi, iş dünyası, sivil toplum bu bilince uygun pozisyon almak zorundadır.

Görülüyor ki milli birlik ve kardeşlik için uzatılan el, derin bir stratejik öngörünün vücut bulmuş halidir.

Çünkü geleceğimiz bir, dostumuz bir, düşmanımız aynıdır.