Yavuz Ağıralioğlu’nun siyasete girişindeki iddiası, yeni bir dil, ilkeli bir duruş ve liyakate dayalı bir kadro hareketiyle “temiz bir başlangıç” yapmaktı. Ancak Anahtar Parti’nin teşkilatlanma süreci, bu iddianın hızla aşındığını gösteriyor. Parti henüz kuruluş aşamasındayken, kadrolar oluşturulurken yapılan tercihler, sahadaki emeğin değil, yakın çevreye olan kişisel güvenin veya ideolojik uyumun öne çıktığını ortaya koydu. Liyakatten ziyade sadakate dayalı bu seçimler, partiye gönül veren ve sahada fedakârca çalışan birçok insanın motivasyonunu kırdı.
Kuruluş döneminde ağır yükleri sırtlanan, tabela asan, saha taraması yapan, toplantı düzenleyen, kısıtlı imkanlarla çalışarak partinin adını duyuran emektarlar, kısa sürede ya görmezden gelindi ya da tamamen dışlandı. Bu yaklaşım, bir siyasi hareketin en değerli sermayesi olan “gönüllü emeği” heba etmek anlamına geliyor. Yeni bir siyasi parti, ancak kurucu iradeye omuz veren tabanın güvenini koruyarak ayakta kalabilir; oysa Anahtar Parti’de bu güven, daha ilk adımlarda zedelenmiş görünüyor.
Teşkilatlanma konusundaki başarısızlık, sadece bireysel kırgınlıklarla sınırlı değil; aynı zamanda partinin potansiyelini de daraltıyor. Türkiye gibi siyasi rekabetin sert olduğu bir ülkede, güçlü bir örgütlenme ve sahada çalışacak nitelikli kadrolar olmadan başarı mümkün değil. Yavuz Ağıralioğlu’nun söylemleri hâlâ güçlü olabilir, ancak bu söylemlerin karşılığını örgütlü, motive ve liyakatli kadrolarla veremediği sürece Anahtar Parti’nin vaat ettiği yenilikçi çizgi, kağıt üzerinde kalmaya mahkûm.
İl ve ilçe kongrelerinin ardından, Türkiye’de seçime katılabilmek için yapılan usul kongresinde de aynı tablo tekrarlandı. Kuruluş döneminde gece gündüz çalışan, sınırlı imkanlarla sahada partiyi tanıtan, fedakârlıkla görev üstlenen isimler bir kenara itildi; yerlerine daha güçlü, çevresi geniş ve siyasi bağlantıları kuvvetli kişiler getirildi. Bu değişim, teşkilatın emektar kadrolarında ciddi bir kırgınlık yarattı. Üstelik genel merkezde de art arda gelen istifalar, partinin içinde büyüyen rahatsızlığın somut göstergesi oldu. İstifaların perde arkasındaki en büyük nedenlerden biri, Yavuz Bey’in “her şeyi ben yaparım” anlayışıyla hareket etmesi, ekip çalışmasını ikinci plana atmasıydı. Bu tavır, hem teşkilatın dinamizmini zayıflattı hem de partiye gönül verenlerin aidiyet duygusunu aşındırdı. Ayrıca diğer partilerden gönül verip gelenlerin de kongre sonrasında hızlıca tasfiye edildiği gözlerden kaçmadı. Bu da bittabi teşkilat içerisinde kırgınlık ve kızgınlık yaratan hareketlerden oldu.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye siyasetinde teşkilatçılığı en iyi yapan ve teşkilata sahip çıkan tek lider olarak bilinir. İktidarda uzun yıllar kalabilmesinin temel nedenlerinden biri, sahadaki kadrolarını koruması, emek verenleri ödüllendirmesi ve onların arkasında durmasıdır. Teşkilatın bir siyasi partinin bel kemiği olduğunu bilen Erdoğan, bu bağı asla zayıflatmamıştır. Yavuz Bey’in de, Anahtar Parti’yi uzun soluklu bir siyasi aktör yapmak istiyorsa, bu yaklaşımı benimsemesi şarttır.
Bu tablo, Ağıralioğlu’nun siyasi geleceği açısından da bir uyarı niteliğinde. Liyakat yerine yakınlık, emeğin yerine sadakat tercih edildiğinde, siyasette kalıcı bir başarı hikâyesi yazmak zorlaşır. Üstelik bu tavır, daha yolun başındayken partiye güvenen kitlelerde bir “yeni hayal kırıklığı” duygusu yaratıyor. Anahtar Parti, isminde olduğu gibi gerçekten bir “anahtar” rol üstlenmek istiyorsa, önce kendi kapılarını emeğe, liyakate ve adalete sonuna kadar açmalı. Şu anki gidişat ise tam tersini işaret ediyor.